Gidiş terkediş değildir -105-

A -
A +

Abdülfettah'ı Akri hazretleri ayrılırken Beşîr'i kucağına almış, ona uzun uzun baktıktan sonra, babasına verirken, "İbrahim oğlum! İnşallah bu oğlun, İstanbul'da, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve selemin bayraktarı Eba Eyyüp Ensari hazretlerine komşu olur. Burada, oğlunun soyundan gelecek kimse, zamanın en büyük alimi ve evliyasıyla tanışır ve Türk milletinin, dünyanın dört bir yanındaki gariplerin nice yüzbin güzelliğe kavuşmasına vesile olur. İşaret aldığın gün, ailenle tereddüt etmeden hemen İstanbul'a koş. Eyyüp Sultan'a yakın bir yerlere yerleş" demişti. İbrahim Pehlivan'ı, daha hanesinden adımını dışarı atar atmaz, talikaya biner binmez, Abdülfettah-ı Akri, hazretlerinin hasreti yakmış, kavurmuştu. Hemen arkasından koşmak istemişti, ama gidememişti. Daha sonra, her fırsatta İstanbul'a koşmuştu, ta ki 1865 yılında Abdülfettah-ı Akri hazretleri vefat edene kadar. Vefatıyla nefes aldığı havayı kaybetmiş gibi olmuş, zaman içinde, hayatın gailelerine dalarak İstanbul'u unutmuştu. Vefatından 12 sene geçtikten sonra, şimdi şu İsmail Hoca gelmiş, Abdülfettah-ı Akri hazretleri göç etmeni istiyor, diyordu, bu nasıl olurdu, o vefat etmişti. Abdülfettah-ı Akri hazretlerinin ismini duyunca İbrahim Pehlivan'ın nasıl dalıp gittiği Yusuf'un dikkatinden kaçmamıştı. Bu nasıl bir kimseydi ki, isminin geçmesiyle poyraz gibi esen İbrahim Pehlivan, sabah meltemine dönmüştü, ilk fırsatta hocası İsmail Pehlivan'a Abdülfettah-ı Akri hazretlerin kim olduğunu sormağa karar verdi. İbrahim Pehlivanın kafası iyice karışmış gibiydi: -Te be İsmeyil! Abdülfettah-ı Akri hazretlerinin haber gönderdiğini sülersin ama, o, vefat ideli 12 sene oldu. Yoksa rüyada mı göödün? İsmail Hoca, gülümsedi: -İbram Agam! Kendisi vefat ittiyse yerine bıraktıı, vekil ittiği kimse var. Oğlu, Said Efendi, haber göndermiş, "Bubamın vasiyyetidir, haber kendine ulaştığı anda, İbram Pelvan, ailesini yanına alıp bi an beklemeyip emen yola çıksın" diye. İşte mektup burda. İsmail Hoca, kuşağı arasındaki deri keseden bir mektup çıkardı ve İbrahim Pehlivan'a verdi: -Buyur agam. İşte mektup. Senindir, okuyabilirsin. Mektubu alan İbrahim Pehlivan, koru tutmuş gibi oldu, şöyle bir mektuba baktı: -İsmeyil Hocam, dediklerine inanıyorum, ancak, savaş patladı patlıyacak bi anda buraları terketmek bana kaçmak gibi geliyeri. İsmail Hoca, İbrahim Pehlivanı razı etmenin çok zor olduğunu anlamıştı: -Kaçmak değil bre İbram Pelvan. Bi an önce hazırlanmanız gerekir. İbrahim Pehlivan hâlâ teredütlüydü: -Ne yapcaamı, nası hareket etceei şaşırdım. A be bütün köy arkamdan teneke çalıp güler. İsmail Hoca, İbrahim Pehlivan'ın bu toprakları terketmeme kararlığı karşısında duygulandı, ayıplanma endişesine şaşırdı. -A be İbram Pelvan. Bilirim bu toprakları bırakmağa bi türlü gönnün irazı gelmez. Ama şunu iyi bil, bu gidişin, terkediş değildir, daa güçlü dönmek içindir. Başkalarının ne sülediği ünemli değil, Hak dostlarının ne dediği ünemli. Allah güstermesin üle dehşetli günner yaşanır ki kimsede kimseyi ayıplayacak hal kalmaz. Yusuf da, İbrahim Pehlivan gibi düşünüyor, "Şehit olmak varken, ecdat yadigarı bu topraklar dövüşmeden terkedelir mi" diyordu. Dışardan bağrışma sesleri geldi, kapı kırılırcasına vuruluyordu. Gecenin bu vaktinde neler oluyordu? Not: Dün yanlışlıkla 105 nolu bölüm yerine 106. bölüm yayınlanmış, özür dileyerek 105. bölümü bugün yayınlıyoruz. > Devamı yarın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.