Çok sayıda ünlü pehlivanın gelmesi, az bir güzellik miydi? Kaç güreş sevdalısına bu pehlivanları bir arada görmek, onları seyretmek nasip olurdu. Adalı Halil'in, Hergeleci İbrahim'in peşinde olduğu, daha önceki güreşlerin hesabını sormak istediği dedikoduları, heyecanı artırıyordu. Tulçalı Hasan Pehlivan da, "Ahmet'e Edirne'de başlayan ama orada bitmeyen bir hesabım var. Hesabı görmeğe, Ahmet'e, Tulçalı Hasan kimmiş göstermeğe geldim." diyordu. Ahmet ise bambaşka düşünceler içindeydi. Onun, aklı ve gönlü kızılelmayla doluydu. Güreş ile kızılelmayı nerede ve hangi şartlarda bulacağı düşüncesi içinde kıvranıyor, ya fırsatı değerlendiremeyerek, kızılelmayı kaçırırsam endişesinde yanıyordu. Hikmet dede, elmayı verdiğinde, "Bu elmayı, gerçek aşkı, muhabbeti bulduğunda, evleneceğin kızla birlikte yiyeceksin, yarısını sen, yarısını o. Ama evleneceğin kız bu emanete layık olmalı, seni gerçek aşka götürebilmeli. Böyle bir kızı bulmanın işareti, kızılelmanın onun yanında ve kırk adım yakınında ışımasıdır. Bu kızı bulman, seni, ebedi seadete götürecek kızılelmaya kavuşmandır. Bu güzel; güreş peşinde koşarken karşına çıkacak. Bu sebepten, Osmanlı mülkü içinde veya dışında, hatta Frenk diyarlarında bile olsa hiçbir güleşi kaçırmamağa çalış." demişti. İşte Ahmet, bu sözlerin, bu vasiyetin ateşiyle yanıyor, duyduğu hiçbir güreşi kaçırmamağa, bu güreş vesilesiyle karşılaşacağı güzeli bulmağa çalışıyordu. Her yeni bir mekana geldiğinde, kalbi, acaba aradığım, kızıl elmayı ışıtacak güzel burada mı diye çırpınmağa başlıyor, gönlünün akar gibi olduğu güzellere fark ettirmeden en az kırk adım yaklaşıyor, kızılelmanın ışımadığını görünce, kolu-kanadı kırılıyordu. Kavalaya gelinceye kadar... Ahmet'in acaba bu güzel o güzel mi diye baktığı güzellerin sayısı 29 olmuştu. Ahmet, bir kenara oturmuş, ya o güzel buradaysa, ya ben ona yakın olmadan, onu fark etmeden geçersem diye endişeye kapılıyor... sonra, "Benim görevim güreşlere katılmak, kızların peşinde koşmak değil. O güzel, bir vesileyle karşıma çıkacak." şeklinde düşünerek rahatlamağa çalışıyor, ama rahatlamıyordu. Ya bir vesileyle karşıma çıkar da ben fark etmezsem endişesiyle kendi kendini yiyordu. Bazen bu, bir saplantı haline geliyor, Ahmet, elinde elma, kadınlara kırk adım yaklaşmamak, elmanın ışıyıp ışımadığına bakmamak için kendini zor tutuyordu. Kavala panayır yerine kurulan ermeydanında hareket başlamıştı, küçük boylarda güreşler, kıyasıya sürüyordu. Ahmet, hiçbir şeyin farkında değildi. Asıl güreş, onun gönlündeydi. Mümin Pehlivan, Hergeleci İbrahim, Sadık Ağa ve hancı güreşleri birlikte seyrediyorlardı. Adalı Halil, bütün ısrarlara rağmen, diğer Kavala ağalarının yanında oturmayı tercih etmişti. Başaltı güreşlerinde son güreş başlayınca, cazgır seslendi: -Baş pelvanlar hazır olsun. Cazgırın baş pelvanlar hazır olsun seslenmesiyle birlikte, ortalığı bir heyecan kapladı. Kazan dibine ilk önce iri gövdesiyle Adalı Halil, arkasından Tulçalı Hasan ve Hergeleci İbrahim geldiler. Selamlaştılar, yağlanmağa başladılar. Kara Ahmet aralarında yoktu. ¥ DEVAMI VAR