Gönlünde güller açar

A -
A +

Yusuf'un sesini duyan zorbalar, kendilerine müdahale edilmesinden hoşlanmamışlardı: -Sana ne oluyor? Kaşınıyor musun ba? "Kaşınıyor musun" sözleriyle çıldıran Yusuf, "Şindicik gösteririn size kim kaşınıyormuş" diyerek, zorbaların arasına daldı. Birkaç, Osmanlı tokadı, elense ve tırpanla, zorbaları çil yavrusu gibi dağıttı. Kapının önü bir anda boşalmıştı. Kapıdaki görevliler, hemen Yusuf'u içeri aldılar. Meğer, burası Gülşeni Dergahı imiş. Dışardaki kalabalık da, dağıtılan yemek ve ekmeği almak için toplanan muhacirler, göçmenlermiş. Zorbalar da, daha fazla iaşe almak için bağırışıyorlarmış. Dergahın içindeki şadırvanda yüzünü yıkayan Yusuf, oturmuş sinirlerinin geçmesini bekliyordu. -Yiğidim, meseleleleri hep böyle, Osmanlı tokadıyla mı çözersin. Yusuf, sese döndü. Sakalına ak düşmüş çok sevimli bakışlara sahip, gül yüzlü bir kimse, tatlı tatlı bakıp kendisine gülümsüyordu. Gülümsemenin, yumuşak bakışların, sinirli halini alıp götürdüğünü, ılık sularda yıkanmış gibi rahatladığını hissetti. Ne cevap versin bilemedi. Gül yüzlü kişi, müsaade isteyerek yanına oturdu. Elini omuzuna attı. Belki de pehlivan olduğundan, başkalarının kendisine temasından çok rahatsız olan Yusuf, bu elden hiç rahatsızlık duymadı, tam tersine rahatladı. -Ee yiğidim. Allahü teala razı olsun. Bizi büyük bir dertten kurtardın. Bizim dilimizden anlamadılar. Demek ki senin tokatlarınmış onların anladığı dil. Boşuna dememişler, herkese anladığı dilden konuşmak lazım diye. Yusuf, kızarmış, bozarmış bir an önce gitmek için can atıyordu, yaptığı işin övülmesi onu çok sıkardı: -Şeyy, ... Müsaade itseniz de gitsem. Omuzundaki el sırtını sıvazladı: -Olmaz yiğidim olmaz. Akşamın bu vakti, yemek yedirmeden nasıl salarız? Gülşeni dergahının gülleri görülmeden gidilir mi? Yusuf, şaşırdı: -Güller mi? Ortada gül falan yoktu, ancak güllerden bahsediliyordu. Yusuf'un şaşkınlığını gören gül yüzlü kişi gülümsedi, kandiller yanar gibi: -Gülleri göremedin mi Yusuf'um. Bir de şu tarafa bak. Gül yüzlü kişi, sağ tarafı işaret ediyordu. Yusuf, işaret edilen yere baktığında gözlerine inanamadı. Etraf, binbir çeşit gülle donanmıştı. Elini uzatsa tutabileceği kadar kendisine yakın ve gerçekti. Gül yüzlü kişiyse, hayal mi gerçek mi belli değildi, Yusuf'a gülümsemeğe devam ediyordu: -Nasıl güllerimizi beğendin mi? Edirne'nin gülleri gönüller yakar, gafil olmayasın. En tehkileli anlarda bile kılı kıpırdamayan, bir demir sessizliğinde olan Yusuf, titredi. Gül yüzlü, kişi, Eşşeyh İsmail Efendi'nin trene binmezden önce söylemiş olduğu, "Edirne'nin gülleri gönüller yakar, gafil olmayasın" sözleri aynen tekrarlamıştı. Güller kaybolmuştu. Yusuf, boynunu büktü. Bir şey diyemedi, söyleyeceği her sözün fazlalık olacağını hisseti. Gül yüzlü ihtiyar, Yusuf'un tedirginliğini hâlâ atamadığını farketmişti, onu rahatlatmak istedi: -Yusuf'um. Hele bu akşam misafirimiz ol. Sonrasını sabahleyin konuşuruz. Atalarımız, "Sabah ola hayrola, gün doğmadan neler doğar" diye ne güzel söylemişler. Bakarsın gün doğmadan, senin gönlünde de nice güller açar. Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.