Gönlüne ateş gibi düştü

A -
A +

Hikmet Dede'nin öğrettiği, "Kişver-i kâfirden îman ehline akup gelur/Kıbleye tutmuş yüzünü bir Müselmandır Tuna" mısralarında, Tuna'nın kafir diyarından iman ehline akıp geldiğini, yüzünü ve gönlünü kıbleye, Kâbeye, çevirdiğini söyleyen Aşık Çelebi, acaba Tuna'nın hangi sırrına işaret etmişti? Bu sırrı, Hikmet Dede'ye sormalıyım diye düşünen Ahmet'in, Hikmet Dede, aklına gelince yüreği sancıdı. Hikmet Dede, rahatsızdı. Son günlerde rahatsızlığı iyice artmıştı. Osmanlı'nın Avrupa'daki son kalesi Adakale'de, Tuna ve Ahmet gönül gönüleydi. Tuna'ya aşkla eğilmiş bir söğüt ağıcının dalında, Kara Ahmet, ayaklarını öperek, okşayarak akıp giden, kıbleye yüz süren Tuna'nın suyuna bakıyordu. Tuna ile birlikte sanki o da, Karadeniz'e oradan da, İstanbul'a akıyordu. Hikmet Dede'den çok işittiği İstanbul'da da duramadığını, büyük sulara doğru akıp gittiğini hissetti. -Ahmet! Ahmet! Neredesin bre. Ahmet, gönlüne gönlüne seslenen Tuna'nın etkisinden kurtulamadı. Ancak 'Ahmet' diye seslenen kararlıydı: -Ahmet! Tuna kenarında olduğunu bilirim. Niçin cevap vermezsin. Ahmet, Tuna'nın sesine o kadar dalmıştı ki, Ahmet ünlemesinin Tuna'dan mı yoksa rüzgardan mı geldiği konusunda kararsızdı. Tuna ile hem hal olduğu böyle bir zamanda bir ademoğlunun kendisine seslenebileceğini aklına dahi getirmiyordu. Kara Ahmet, omzuna dokunan el ve "A be Ahmet sana derim, niçin ses vermezsin" ikazıyla, duyduğunun Tuna'dan değil bir ademoğlundan geldiğini anladı. Baktı, gelen, seslenen Pehlivan Ali agasıydı. Ali abisini duymamanın, onu üzmenin utancı yüzüne yerleşti. Hemen ayaklarını Tuna'dan çıkardı, ayağa kalktı, boyun büktü: -Te be pelvan agam. Kusuruma bakmayasın. Sesleri birbirine karıştırdım. Ali Pehlivan, Ahmet'in haline güldü: -Neyle karıştırdın? Benim karga kaçıran sesimi Adakale'nin bülbüllerinin, güzel kızlarının sesleriyle mi? Ali pehlivanın takılmasıyla Ahmet iyice kızardı: -Te be Ali agam. Adakale'nin güzel kızlarıyla bizim ne işimiz olur? Tuna'yı sesliyordum, dalıp gitmişim. Ahmet, cevabı Ali pehlivanı şaşıttı: -Tuna'yı sesliyordun ha. Senden korkulur. Tuna'yı da seslersin, Plevne'nin toprağını da. -Hayır olsun pelvan agam, niçin gelmiştin? -Hikmet Dede'nin rahatsızlığı arttı, Tuna Baba, seni istedi. Gecikmeden gelmeni süledi. Hikmet Dede'nin rahatsızlığı artı haberi, Ahmet'in gönlüne ateş gibi düştü... Günlerdir bu haberi duymamak için kaçıyordu, ama haber onu bulmuştu. Ali pehlivanın "Dur Ahmet, birlikte gidelim" sözüne dinlemeden hemen fırladı. Sarı Saltuk Dergahı'na doğru koştu. Hikmet Dede, son zamanlarda iyice halsizleşmişti. Sanki içten içe bir şeyler onu kemiriyor gibiydi. Her zaman, "Ahmet'im sen olmasaydın, bu dünyayı çoktan terk ederdim" diyordu. Hikmet Dede, hastalığını Ahmet'e hissettirmemek için çok gayret sarfetmişti. Ama rahatsızlığı, halsizliği gizlenir olmaktan çıkmıştı. Ahmet, hem koşuyor hem de "Ya Rabbi, Hikmet Dede'm ölmesin" diye dua ediyordu. Dergaha ulaşan Ahmet'i hemen Hikmet Dede'nin yanına aldılar. Hikmet Dede'nin başucunda ak sakalıyla Tuna Baba vardı. Ahmet, yatağın ucuna geldi. Tuna Baba'nın elini öptü. Tuna Baba, Ahmet'i Hikmet Dede'nin yanına oturttu. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.