İlk defa, gemiye binen Yusuf, şaşırıp kalmış, dalgalar üzerinde devamlı sallanan gemide ayakları üzerinde durmakta zorlanmıştı. Ucu bucu gözükmez deniz, beşik gibi sallanan gemi onu korkutmuştu. İçi dışına çıkmış, kaç defa kusmuştu. Tayfalar, "Aslanım seni deniz tutmuş, telaşlanma bi müddet sonra geçer" dediler. Yusuf, "Bu deniz nası şeyki tuttuğunun içini dışına getiriyor" deyince tayfalar güldüler. Yusuf, gözleri önünde uzanıp giden sonsuz mavilikte, "Bütün göz alıcılığna rağmen beni yine de korkutiyorsun be deniz. Hey gözünü sevdiim toprak gibisi var mı? Ne sağlam dosttur. Ayağının altında oynamaz. Yuva olur, aş olur, sırdaş olur, çayır olur, yiğitler üzerinde güreşe durur" diye düşünüyordu. Karadeniz'den Boğaz'a girip bir müddet yol aldıktan sonra, "İşte İstanbul" diye bağırdıklarında Yusuf, hemen güverteye koştu. Gördüklerine inanamadı. Böyle bir şey olamazdı. Denizin bittiği yerde, tepeler yükseliyordu, bu tepelerde de ağaçlar içinde kubbeler, minareler , semaya kanat açmıştı. Hocasından birgün, Bu şehri İstanbul ki bî misli behâdır/Bir sengine yekpâre acem mülkü fedadır" beytini işitince, "Hocam, şair de abartmış, tamam, İstanbul güzeldir ancak, bi parçasına bütün bir memleket feda olur mu" demiş, hocası da, "Evladım, buna İstanbul'u görünce karar ver" diye cevap vermişti. Yusuf, şimdi, hocasının ne kadar doğru söylediğini daha iyi anlıyordu. HHH Rüyada gibi yaşayan Yusuf'a, "Efendi buyurun! Devletlü Hünkarımız sizi beklemektedir" denildiğinde, rüyadan uyanmak yerine sanki daha fazla, rüyalara daldı. Nasıl, kalktığını, atlas perdenin altından nasıl geçtiğini bilemedi. tarif edildiği şekilde gözlerini yerden kaldırmadan, ilerleyip, dizlerin üstünde gözüken eli öpmek için eğildi. Ancak eller, buna müsaada etmedi. Onu omuzlarından tutarak doğrulttu ve hemen yan taraftaki sandalyeye oturttu. O anda, Yusuf'un gözleriyle, Sultan'ın gözleri karşılaştı. Yusuf, bu gözlerdeki derinlik karşısında titredi, hüzün karşısındaysa şaşırdı. Sultan ufak tefek birisiydi, ağabeyi olsa, ancak bu kadar ısınabilirdi ona. Mabeyn Baş Katibi, Yusuf'un getirdiği mektubu Abdülhamid Han'a verdi. O da şöyle bir baktıktan sonra tekrar Katibe verdi, okumasını işaret etti. Yusuf, devamlı yere bakıyordu. Ve Katip mektubu okudu: "Devletlü Hünkarım. Tuna ve Edirne vilayetlerinde gelişmeler endişe verici. Urus gavurunun bu sefer ki, saldırısı tamamen sivil Müslümanları imha etmeğe, bu olmazsa mutlak surette bu topraklardan hicrete yönelik olacaktır. Buna karşılık, buradaki, ordu komutanları arasında tam bir birlik yok, genç-yaşlı komutan ayırımı almış yürümüş vaziyette. Bazı din adamlarının, "Urumeli artık bize vatan olmaktan çıktı, yönümüz Anadolu'ya dönük olmalı şeklinde konuştukları işitiliyor. Müslüman ahali de, en ufak bir hadisede paniklemeğe hazır. Osmanlı askeri bozulursa, Rus askerine karşı koyacak ruh halinden çok uzaklar.." > Devamı var