-Yusuf! Otur hele. Demir Baba'nın eşyaları karşısında dalıp giden Yusuf, hocası İsmail Pehlivan'ın sesiyle bulunduğu ana döndü. Dalıp gitmişti. Filipe ve 1485'te Türkler tarafından kurulan, Filipe-Sofya yolu üzerindeki şirin Türk şehri Tatarpazarcığı'ndaki isyan günlerini hatırlamıştı. Türk insanının en büyük kusurlarından biri değil miydi; geçmişe dalarak yaşadığı, değerlendirmesi, kıymetlendirmesi gereken anı unutmak, geçmişin hatırası içinde kalıp gelecek için çalışmaktan geri kalmak... Yusuf, uzak köşede belli belirsiz olan hocasına baktı, hemen yanında gösterdiği yere oturdu. -Bre Yusuf, dalıp gitmişsin. Yusuf, içeri girdiği anda, hocasına selam vermeden, Demir Baba'nın eşyalarına bakarak dalıp gitmenin, İslâmiyyetin selam gibi çok mühim bir emrini terketmenin utancındaydı. -Efendim! Demir Buba'nın yâdigarlaanı duvarda gürünce bi an dalmışım. İsmail Hoca gülümsedi, Yusuf'un omuzunu okşadı: -Yusufum. Geçmiş, yüz akımız veya yüz karamızdır, ancak geçmiştir. Ders almamız ilazım. Gelecek, önümüzdedir, kavuşup kavuşmıcaamız belli diil. Gelecek için çalışçaz, gayret etçez, ama ona saplanıp kalmıcaz. Kıymetini bilmemiz gereken, sahip olduumuz, içinde bulunduumuz andır. Onu değerlendirmemiz ilazım. Büyük evliyalardan biri, tasavvufu, "Tasavvuf, evliyalık, zamanı en kıymetli şeyle değerlendirmektir" diye tarif itmiş. Ya evladım Yusuf, geçmişi ve gelecee göz ardı itmicez, ama, mutlaka içinde bulunduumuz anı değerlendirceez. Gelelim, şindi saa, içinde bulunduumuz ana, süle bakam, seni bu kaa yıkan, perişan iden nedir? Yusuf, anlattı, beynindeki soru işaretlerini, gönlündeki şifa bulmaz yaraları, isyanlarını. Sordu hocasına: -Hocam. Son Bulgar isyanında nice suçsuzlar öldürüldü. Bunnarın günahı neydi? İsmail Hoca, Yusuf'un sualinden işinin zor olduğunu anladı: -Yusuf'um, her zulme uurayan günahkar ve suçlu olur diye bi şey yok. Zulme uurayan masum kimseler, Ahirette öyle derecelere kavuşurlar ki annatılmaz. Daa ölüm anındayken Ahıretteki dereceleeni görülee ve ölüm acısını hissetmezlee. Bize zulüm gibi gözükenlee onnarın için irahmettir. Asıl acınması gerekennee, mazlumlaa diil, zulmedennee ve zulme mani olmak için çalışması gerekennee, yani bizleeriz. Eğer, biz müslüman olarak, zulmün önnenmesi için gerektii gibi çalışmamışsak vay bizim alimize. İsmail Hoca, dilinin yettiğince anlattı Yusuf'a. Allahü teâlânın hiçbir kuluna zulmetmeyeceğini, bize zulüm gibi gözükenlerin altında nice rahmetin, hikmetin olduğunu, görünenlerin ardında nice başka gerçeklerin gizli bulunduğunu, Kur'an-ı kerimdeki Musa ve Hızır Aleyhisselam kıssalarını. İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubatının birinci cildinden kaza, kader ve kulun uğradığı belalar hakkındaki yazıları misal vererek açıklamağa çalıştı. Hocasının bu sözlerinden sonra Yusuf, acınması gerekenlerin zulme uğrayanların değil, zalimlerin ve zulmü önlemeyenlerin olduğunu, Allahü teâlânın her işinin adalet ve ihsan üzere bulunduğunu iyice anladı. DEVAMI VAR