Gözleri hayretle açılmıştı

A -
A +

Kendilerini Kırkpınar ermeydanında bulan yalnızca iki usta değildi, hayatının en heyecanlı gününü yaşayan Ahmet de, onlarla birlikte bir anda yiğitler meydanına kanatlanmıştı. Davul zurnanın Kırkpınar cenk havalarını vurmasıyla birlikte gelmiş geçmiş en büyük Kırkpınar başpehlivanlarında olan iki yiğit, iki aslan Koca Yusuf ve Hergeleci İbrahim, peşreve başladılar. İki küheylan, Ötüken'de şaha kalktı, batıya, daha batıya kızılelmaya diyerek kanatlandılar, Semerkant'a, Taşkent'e ulaştılar, Seyhun ve Ceyhun'un suyunda hararetlerini söndürdüler, Malazgirt'te, Alpaslan'ın atlısı oldular, Süleyman Şah ile İznik önlerine vardılar, Osman Gazi ile Söğüt yaylalarında yayladılar, Şehzade Süleyman ile Rumeli'ye geçtiler ve Kırkpınar Ermeydanına ulaştılar. Bu meydanda kartallaştılar, kanat açtılar, Tuna'nın suyunda yıkanarak çelikleştiler, Viyana'ya doğru sefer ettiler, Paris'te karar kıldılar. Döndüler, ok oldular, nice bin hedefi buldular, kurt oldular, itleri vurdular. Hergeleci ve Koca Yusuf'la birlikte peşrev çıkaran, onlarla beraber diyardan diyara gezen biri daha vardı. Bu, gönlü onlarla kanatlanıp uçan Kara Ahmet'ti. Sanki Koca Yusuf ile güreşecek ustası değildi de kendisiydi. Kara Ahmet, gelmiş geçmiş en usta iki pehlivanın peşrevini izlemeğe doyamıyordu. İnanılır gibi değildi. Kırkpınar'da, İstanbul'da seyremediği bu iki yiğidin güreşini Paris'te seyredecekti. Davul zurna cenk havalarını vuruyor, Koca Yusuf ve Hergeleci peşrevlerin en güzeli çıkarıyor, anlatılmaz bir ahenk içinde at olup şahlanıyor, ok kesilip hedefe varıyor, kurt gibi hedefe kilitlenip, kartal gibi sonsuz yüksekliklere kanat açıyorlardı. Salonu dolduran bütün Fransızlar, daha önce şahit olmadıkları peşrevi hayretten gözleri yuvalarından çıkacak gibi açılmış seyrediyorlar, davul zurnanın gönülleri alan, tüyleri diken diken eden cenk havalarını dinliyorlardı. Filiz Nurullah ile birlikte, kendilerine ayrılan yerde güreşin başlamasını bekleyen, Kara Ahmet, gözyaşlarını tutamadı. Avrupa'nın gözbebeği Paris'te, böyle bir güreşin yapılacağını rüyasında görse inanmazdı. Özellikle, kadınların güreşe ilgisine şaşırmış, acaba kızıl elmayı paylaşacağım güzel aralarında mı diye düşünüyordu. Yusuf ile Hergeleci, peşrev çıkarırken, Galip Bey, davul zurnayı susturdu ve toprağı öpmenin, rakibinin topuğuna değen eli başına götürmenin, rakibinin sırtını sıvazlamanın ve bütün bunları kendinden toplayan peşrevin ne manaya geldiğini kısaca anlattı ve bağırdı, "Vur davulcu" diye. Davul vurdu, zurna vuruldu, Paris'in göbeğinden ermeydanı kuruldu. Peşrev bittikten sonra, iki pehlivan, birbirlerinin sırtlarını sıvazlayarak hem birbirlerinin güzelce yağlanıp yağlanmadığını kontrol ettiler hem de helalleştiler... ve güreş başladı. Güreşin başlayıp davul zurnanın cenk havalarını vurmasıyla, Koca Yusuf ve Hergeleci İbrahim, bir anda kendilerini Kırkpınar ermeydanında bulmuşlar, birbirlerine amansız iki rakip olmuşlardı. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.