Padişah, hareketlerinden kendisinin haberdar olmasından Yusuf'un rahatsız olduğunu hissetmişti: -Evladım, bir milleti idare edenler, ülkelerinde ve ülke dışında, memleketleriyle ilgili olan biteni bilmezlerse memleketi idare edemezler, hakkı, adaleti sağlayamazlar, düşmanın oyuncağı olurlar. Bu demek değil ki, sade vatandaşları takip ediyoruz. Ancak senin durumun farklı. Sen bize Demir Baba Dergahı'nın yadigarısın. İlk tanıştığımızdan beri aklımızdan çıkmadın. İnşallah memleketine çok güzel hizmetler edeceksin. Padişah, yorulmuş gibiydi, durdu, Yusuf'tan cevap bekledi: -Eee Yusuf pehlivan. Gelelim sana yapılan teklife. Ne diyorsun, Fransa'ya gidecek misin? Yusuf tereddütsüz cevap verdi: -Siz bilirsiniz efendim, git derseniz giderim. Abdülhamid Han, Yusuf'un cevabına çok memnun oldu: -Git evladım git. Artık savaşlar yalnızca cephelerde olmuyor. Savaşlar, iktisadi alanda, kültürde, sportif faaliyetlerde oluyor. Git oraları gör, anlamağa çalış. Bizim batımızın, Avrupa'nın niyeti kötü. Bizi, Avrupa'dan atmak, hatta elinden gelirse, tekrar Orta Asya steplerine sürmek istediler. Bunun için, Batıyı, Batının silahlarını, zamanımızı anlamak, buna göre çareler bulmak, çalışmak ve çok çalışmak zorundayız. Bunun için git, Batıyı yakından tanı ve gel bana anlat. Batı'yı bir de senin gözünle görmek dilerim. -Haydi bre koç yiğitlerim. Davranın. Yusuf, altı yaşındaki İsmail ve dört yaşındaki Osman ile alt üst boğuşuyor, naralar atıyordu. Rakipleri de ondan aşağı kalmamak için nara atmağa çalışıyorlardı, ancak sesleri biraz cılız çıkınca ablaları sekiz yaşındaki Hatice ve anneleri Gülçehre, katıla katıla gülüyolardı. Gülçehre Yusuf'a takıldı: -Beyim. Onları da pehlivan yapacaksın galiba. Yusuf, Gülçehre'nin sözlerinde hafif bir serzeniş farkeder gibi oldu: -A benim Gülçehrem. Bilmez misin, kadınlar dahil her doğan güreşçi doğar. Doğumla birlikte de güreş başlar, iç ve dış dünyayla mücadele güreşlerin en çetinidir. Madem ki dünyaya geldik, nefis, şeytan ve çevreyle ölünceye kadar güreşe, mücadeleye mahkumuz. Yağlı güreşte bu mücadeleyi temsil eder. Eğer, güreşçi yapmakla, oğullarımın bu işten ekmek yemesini istiyorsan böyle bir şey düşünmüyorum. Gülçehre hayret etti: -Peki ekmeğini nereden kazanacaklar. Yusuf, güldü: -Her iki oğlum da okuyacak inşallah. Alim olacaklar. Güreşi de ikinci iş, geleneği yaşatmak için yapacaklar. Güreşle ekmek parası kazanmak için memleket memleket dolaşmayacaklar. Onların, Mümin Pehlivan gibi olmalarını istiyorum, hem alim hem de hoca, ama aynı zamanda da çok iyi güreşçi, özellikle de nefislerine karşı galip gelmiş, hakiki imana kavuşmuş bir güreşçi olmalarını istiyorum. Yusuf'un sözleri Gülçehre'yi çok sevindirdi. -İnşallah beyim İnşallah. Gülçehre, Yusuf'un uzun zaman evden ayrı kalmasından huzursuzdu, fakat bunu ona söyliyemiyordu. Yusuf'un bu hayatını bilerek onunla evlenmiş, hatta evlenmeleri için güreşe tekrar başlamasını şart koşmuştu. Ama elinde değildi, sevdiceğinin yanında olmasını istiyordu. Aylarca ayrı kalmak, en önemlisi de iyi kötü bir haberini alamamak, Gülçehre'yi çıldırtacak hale getiriyordu. Bu konuda bir şey diyememek, eşiyle dertleşememek, onu daha da yıkıyordu. Gülçehre, dalıp gitmişti. Omuzuna dokunan el, Yusuf'unun, gönlünün başpehlivanının eliydi. "Müsaade et, sileyim gözünün yaşını" diyordu. Gülçehre, ağladığının farkında değildi. Devamı var