Yusuf, ustasının elini öptü. Ustası, kendisi başı kurtarmış gibi sevinçliydi: -Afferin saa Yusuf. Çok akıllı güleştin. O nası çapraz, o nası çengeldi üle? Karşında dağ ulsa devircek gibiydin. Seyirciler de Yusuf'u alkışladı: -Afferin Karalar küülü! Güsterdin nası bi güleşçi olduunu. -Bu Yusuf, çok zorlu bi pelvan olcaa benziyeri. -İnşallah! Üle olur da Pomaklaan elinden Kırkpınar başpelvanlıını alır. *** Güreşlerden sonra, Yusuf ve ustası iki gün daha Kızılcık Köyü'nde kalmışlardı. Mahmud Ağa ve yeni damat Salih Efendi, onları salmamışlardı. Yusuf, kendi başpehlivanlarını yenmiş olmasına rağmen, ona nasıl ikram edeceklerini şaşırmışlardı. Bol bol güreşten bahsetmişlerdi. Kızılcıkköylüler, pehlivandan anlardı. Yusuf'taki cevheri görmüşlerdi. O bütün Deliorman'ın güreşçisi olacaktı, severek, benimseyerek Yusuf'u bağırlarına basmışlardı. Yusuf ise her fırsatta Salih Efendi'ye İstanbul'u anlattırmıştı. Bu arada kendisine yenilen Adil Pehlivan ile de dost olmuşlardı. Adil Pehlivan, Yusuf'a, "Çook iyi bi güleşçisin. Demir Buba Dergahı'nda yetiştiin belli oluyeri. Yakın zamanda buralaada kimse saa karşı duramaz" demişti. Yusuf ve ustası, pazartesi günü erken saatte, düğün sahibi Mahmut Ağa ve oğlu yeni damat Salih Efendiyle vedalaşıp, Kızılcıklı Köyü'nden ayrıldılar. Yusuf ile Salih Efendi, birbirlerini çok sevmişlerdi. İkisi de devamlı haberleşmeye, fırsat buldukça biraraya gelmeğe karar verdiler. Kızılcıklı Köyünün harmanlıklarını geçtiklerinden arkalarından cılız bir ses geldi: -Yusuf aga! Yusuf aga! Sekiz yaşlarında bir oğlan çocuğu arkalarından koşuyordu. Beklediler. Çocuk, nefes nefese onlara yetişti. Tatlı yüzünden ter damlaları sızıyordu. Elinde işlemeli bir mendil tutan çocuk, boncuk boncuk gözlerle Yusuf'a baktı: -Yusuf aga sen misin? Yusuf, şaşkındı, bu çocuğun kendisiyle ne işi olabilirdi: -Evet kızanım! Benim. Durumu, biraz anlar gibi olan İsmail Pehlivan, Yusuf'a takılmadan edemedi: -Te be Yusuf! Ne şaşiriyersin. Elinde işlemeli bi mendil taşıyan bi çocuk, been gibi kafası kele, içi geçmişe gelcek diil ya.Tabi ki sen gibi yakışıklı ve genç birine gelcek. Yusuf, gibi zor gülen birisi bile, ustasının bu sözlerine gülümsedi: -Estaagfirullah ustam. O nası söz. Siz bizim gibi nice delikkannıları cebinizden çıkarısınız. Saçsızlık da size yakişiyeri. -Ona saçsızlık diil, kellik denir bre Yusuf kellik! Çocuu daa fazla bekletme! Yusuf, çocuğunun, uzattığı nice güllerle işlenmiş, kar beyazlığındaki mendili aldı: -Kızanım kim gündeedi bunu? -Şumnu'nun Yörüklee küüünden bi abla gündeedi. Salih Efendi'nin düününe gelmiş. Sizden cüvap bekliyeri. Çocuğun, bi abla günderdi sözü üzerine, mendil bir kor gibi Yusuf'un avucunu yakmağa başlamıştı. Elleri titreyerek mendili açtı. Şaşırdı, mendilin içinde kömür parçası vardı. Bu ne demek istercesine ustasına baktı. Kömür parçasını gören ustası güldü: -A benim, gönül işleenden iç annamaz, güleşten başka güzel tanımaz Yusufum. Bu kömür parçasını sana gül işlemeli mendil içinde günderen, senin için yaniyerim, saa sevdalıyım dimek istiyerim. Kömür sevdadan yanmaa, güllü mendil de, gönle işarettir be evladım. DEVAMI VAR