Yusuf'un babasıyla birlikte dış avlu kapısından içeri giren Demir Baba Dergahı'ndaki hocası İsmail Pehlivandı. Yusuf'un bir an aklına Çavuş Ninesi geldi. Çavuş Ninesi, aralarında geçen konuşmayı hocasına söylerse ne yapardı? Derdini nasıl anlatırdı? Babasının elinde ağır bir yük vardı, zor taşıyordu. Yusuf, hemen onlara doğru koştu. "Ooj geldiniz" deyip hocasının elini öptü, babasının elindeki yükü aldı. Yusuf'u görmek sevinci, İsmail Hoca'nın yüzünü aydınlatmıştı: -Ooj bulduk be Yusuf'um. Nassın iyi misin? Yusuf, boynunu büktü: -Allah irazı olsun ocam, iyiyim. Sizi göödüm daa iyi oldum. İsmail Hoca, Yusuf'un omuzundan okşadı: -Te be Yusuf evladım. Hep sen Dergaha gelcek değilsin ya bi defa da biz sana gelelim dedik. San yine işimiz düştü. Naparsın güleşçi olmak kulay değil. Birlikte, misafir odasına geçtiler. Yusuf'un babası onları yalnız bıraktı. Az sonra şerbetler geldi. Bir müddet havadan suda konuştuktan sonra, İsmail Hoca, edeple kerevete oturan Yusuf'a gülümsedi, babasının getirdiği çuvalı işaret etti: -Yusuf, bak bakalım. Çuvalın içindekilee sana bi şey hatırlatçak mı? Yusuf, heyecan içinde, çuvalın içindekileri çıkardı. Görmesiyle birlikte tepeden tırnağa titredi. Çuvalın içinde iki çift demir ayakkabı vardı. Yusuf'un şaşkınlığını gören İsmail Pehlivan, güldü. -Ne o Yusuf, Demir ayakkabılar seni ürküttü mü? Demir ayakkabıların ne manaya geldiğini çok iyi bilen Yusuf, nasıl ürkütmez dercesine ellerini açtı: -Şu Urumeli'nde bunnarı görüp de, hatırlattıkları karşısında ürkmeyen kaç kişi var. -İnşallah, bu bi kaç kişiden biri de sen olursun oğlum. Bunlardan bi çifti sana, diğer çifti de sultanımız Abdülhamid Han için. Yusuf, şaşırmıştı: -Abdülhamid Han'a mı? -Evet evladım. Bu demir ayakkabılara, onun hatırlattıklarına en çok onun ihtiyacı var. Koca Osmanlı mülkünün yükü binmiş omuzlarına. Buna demir ayakabılar bile dayanmaz. O, şimdi, öyle bir pehlivan ki, bütün Osmanlıların canından, ırzından ve malından, hem dünyasından hem de ahiretinden sorumlu.. Oğlum, bu ayakkabılardan senin olanı, baş ucuna ascaksın.. Her an, nefis, şeytan ve çevremiz denen üç çok kuvvetli, çok aldatıcı pelvanla ölünceye kadar güleşmek mecburiyetinde olduğunu hatırlıcaksın...Bunu başarabilmek için de, eline, beline, diline, gönnüne, ayaklarına, gözlerine ve kulaklarına sahip çıkmak gerektiğini unutmıcaksın. Yusuf, can kulağıyla ve büyük bir merak içinde hocasını dinliyordu. Hocası devam etti: -Yusufum! Şimdi gelelim asıl meseleye. Urumeli'nde kurulan dergahların, yol üzerindeki tehlikeli yerlerde kurulan ve yolcuların sağ-salim yolculuk yapmalarını sağlayan ileri karakol olan derbent gibi mekanlan, vazgeçilmez vazifeleri, burada resmi görevlilerin farkında olamadığı ve çeşitli hesaplarla bildiremediği gelişmeleri, İstanbul'daki Padişah'a ulaştırmaktır. Bugünlerde, Urumeli'nde çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Ne yazık ki, gerek Urumeli'ndeki gerekse İstanbul'daki idareciler ve halk bu gelişmelere karşı gaflet içinde. Hatta bazı idarecilee ihanet içinde gözüküyor. Bütün bunnarı tahta yeni oturan Abdülhamid Han'a iletmemiz lazım. İsmail Hoca'nın söyledikleri Yusuf'u heyecanlandırmıştı. Acaba hocası, tahmin ettiğini o şerefli işi ona teklif mi edecekti? Devamı var