Hak aşıkları olmadıktan sonra

A -
A +

Ahmet, boyun büktü: -Ben nehrinin akıntısından kurtulmak, nefis denen başpehlivana galip gelmek kolay mı be Filiz ağam. -Hikmet dedelerin yardımıyla kolay olur be Ahmet'im. Petersburg'a gidiyor musun? Petersburg lafını duyan Ahmet, kızar gibi oldu: -Te be Filiz ağam. Artık güreşecek halim kalmadı. Bir an önce İstanbul'a dönmek istiyorum. Filiz, pes etmemekte kararlıydı: -Ahmet'im. Hikmet dede, elmayı paylaşacağın güzele, güreş kovalarken kavuşacağını söylemişti. -Filiz ağam, güreş kovalarken Benoit'i bulduk ya. -Buldun ama kavuşamadın. Kavuşmak ile bulmayı karıştırıyorsun. Hikmet dede, güreş kovalarken kavuşacaksın demişti. Ahmet'in kolu kanadı kırıldı: -Yaa... Üle mi demişti. Ben hep bulmak diye düşünmüştüm. Demek kavuşmakmış... Desene, diyar diyar güleş kovalamağa devam edeceğiz. * * * Vücudu ve zihni artık yeter diyordu. Paris'e ulaştığı Kasım 1899'dan 26 Nisan 1900'e kadar yüzlerce güreş yapmıştı. Başta Paris olmak üzere Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde. En son Petersbug'da, Rusya'nın başşehrinde güreşler yapmıştı, onlarca, 11-26 Mart 1900 tarihleri arasında. Şimdi de Berlin'deydi. Burada da güreşler vardı. İlk güreşini bu gece 26 Nisanda yapmak zorundaydı. Ahmet, Berlin ile Paris'i karşılaştırmağa çalışıyordu. Ama beceremiyordu. Ona göre bütün Avrupa şehirleri birdi. İçinde cami olmadıktan, beş vakit namaz kılınmadıktan, al bayrak dalgalanmadıktan, en önemlisi de gönlünün ışığı yüzüne vurmuş, kulluğunu bilmiş, nimetlerin yükü altında mahçup, bütün canlılara karşı merhametli, çiçeklere aşık hak aşıkları olmadıktan sonra... bütün caddeleri altın ile kaplı olsa kıymeti yoktu. İkisinin de yeşilliği bol, ikisi de çok kalabalık, binalar bakımlı. Paris'in Tirgarten bahçesinin bitmez tükenmez ormanı, Berlin'in Bulonya ormanının sonsuz bahçesi var. Paris'in Versay'ı, Berlin'in Potsdam'ı var. Ahmet, güreş, Avrupa şehirleri deyince isyan eder hale gelmişti. Ama güreşmeğe mecburdu. Çok yalnızdı. Yanında Türkçe konuşan menajer Rum Pierri'den başka kimse yoktu. Bu Rum'u da bir türlü sevememişti. Para için anasını bile satacak bir tipti. Filiz Nurullah ağabeyi de yanında yoktu. İstanbul'dan telgraf gelmiş, gelen telgrafta, Filiz'in çocuğunun rahatsızlandığı bildiriliyordu. Filiz ağabeyi çok acele İstanbul'a dönmüştü. Zaten iyice bunalmış olan Ahmet'i Avrupa içlerinde yalnız, öksüz, boynu bükük bırakarak gitmişti. Avrupa'da yaptığı güreşler çok zor gelmişti Ahmet'e. Bir türlü sevememişti, onların grekoromen denen ve belden aşağı tutmayı yasaklayan güreşini. Vücudun yarısıyla yapılan güreş olur muydu? Salonlarda, bayanların huzurunda yapılan güreş onu çok sıkıyordu. Kendisini sirk maymunu görüyordu. Güreş dediğin çayırda, tabiatın kucağında, kuş sesleri arasında yapılırdı. Vücut yağlanır, boy, kilo farkı aranmadan, bütün vücut, zeka ve ustalıkla yapılırdı. Kırkpınar'ı, yağlı güreşi çok özlemişti. Ezan sesine hasret kalmıştı. Ahmet, resmi görevli kişilerle birlikte olmayı sevmiyordu. Ahmet'in ezan sesine hasret olduğunu duyan Osmanlı elçilik mensupları Ahmet'e, Berlin'in doğu semti Winsdorf'ta bir mescit olduğunu ve burada ezan okunduğunu söylediler. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.