Türk oğlunda, güreş, mertliğin, cesaretin yaşatılması, kuvvetiyle mağrur olmanın değil tam tersi gücün, kuvvetin, hakkının, hesabının verilmesiydi. Tıpkı İstanbul'da olduğu gibi, Yusuf, yine Hergeleci karşısında nasıl güreşeceğini bilemiyordu, onun hareketlerini gözlemekten, korkunç elenseleriyle yoklamaktan başka bir şey yapamıyordu. Hergeleci de, Yusuf'a ayakta bir şey yapamayacağının farkındaydı, o, kimsenin bilmediği yeni yeni oyunlarını ancak altta, yerdeyken yapabilir, rakibinin gücünü, aleyhine ancak rakibi üstteyken kullanabilir, rakibini kendi silahıyla, kendi gücüyle vurabilirdi. Güreş salonunun bir köşesinden gelen farklı gürültüyle bir anda olsa Yusuf'un dikkatinin dağıldığını farkeden Hergeleci, aradığım fırsatı buldum dedi ve hiç düşünmeden şimşek gibi Yusuf'un paçalarına daldı ve inanılmaz bir şekilde her iki paçasını da eline geçirdi. Omuzuyla, Yusuf'un dizlerinden yüklendi. Yusuf, için kurtuluş yok gibiydi. Paris'in göbeğinde sırtüstü gitmek üzereydi. Bütün seyirciler ayağa kalmış, efsanevi bir devin sırtüstü gidişini görmek istiyorlardı. Hergeleci hariç Yusuf dahil herkesin sırtüstü gidiyor diye düşündükleri bir anda Yusuf, kendisinin de anlayamadığı bir şekilde son anda, Hergeleci'nin boynunu sağ koluyla sararak boyunduruğu yetiştirdi. Yusuf, çok büyük bir tehlike atlatmıştı. Yusuf, boyunduruğu iyice doldurup kendini garantiye aldıktan sonra, "Eh be İbram, yaptın yapacağını az kalsın beni götürüyordun" dedi. Hergeleci de, bir taraftan "Ustam, yaptık bir hata kusurumuzu bağışla" diye cevap verirken diğer taraftan, paçaları çekerek omuzlarıyla Yusuf'un baldırlarından yükleniyordu. Yusuf, "İbram gülüm, ne olur, zorlama, paçaları bırak ben de boyunduruğu boşaltayım" dedi. İbrahim Pehlivan güldü, "Te be ustam, bu fırsat kaçar mı, hele biraz gayret edelim, bakarsın yıkarız" dedi. Hergeleci'nin son sözleri bu oldu, Yusuf, boyunduruğu sıktı, sıkmasıyla beraber de Hergeleci'nin gözleri karardı, söyleyen dilleri söylemez, gören gözleri görmez, işiten kulakları işitmez oldu. Suratı kıpkırmızı kesildi. Yusuf, bre İbram, bırak şu paçaları da boyunduruğu boşaltayım, diyordu. Ancak, Hergeleci yüklenmeğe devam ediyordu. Yusuf da hiç istememesine rağmen, boyunduruğu sıkıyordu. Yusuf, gördüğüyle irkildi, Hergeleci'nin burnu kanıyordu. İbrahim'in kanı, Yusuf'un göğsünü kırmızıya boyamıştı. İbram, dedi, burnun kanıyor, boyunduruğu boşaltıyorum. Yusuf, boyunduruğu boşalttı. Galib Bey'e seslendi: -Usta, İbram'ın burnu kanıyor. Galip bey, hemen kenardaki doktora seslendi. Doktorla birlikte, hakem heyeti geldi. Hergeleci'nin burnunun kanadağını gören, seyircinin tepkisi sert oldu: -Durdurun şu canavarı, rakibini boğacaktı. -Minderden atın, artık Paris'te güreştirmeyin. -İnsan değil canavar. Parisliler, bir yıldır güreşçilerini silindir gibi ezen Yusuf'a olan şuur altı tepkilerini böyle gösteriyorlardı. Hakem heyeti içinde bulunan ve defalarca Yusuf'a yenilen Pons, Galip Bey'in tercümanlığıyla İbrahim Pehlivan'a sordu: -Yusuf'tan şikayetin var mı, varsa, hemen mağlup ilan edelim, Pons'un, bu sözlerine hem Yusuf hem de Hergeleci şaşırdı. Yusuf, bu tarz hareketlere alışıktı, daha önce böyle bir durumla karşılaşmayan Hergeleci'nin tepkisi sert oldu. DEVAMI VAR