Salih Ağa'nın son sözleri misafir odasına bir gülle gibi düştü, söz sahibi hariç herkes şaşkınlık içindeydi. Yusuf, kafasına balyoz ile vurulmuş gibiydi. Duyduklarına inanamıyordu. Aliço'dan başpehlivanlığı almış kendisine Gülçehre verilmiyordu ha. Böyle bir şey mümkün müydü? Hangi hayallerle gelmiş, hiç beklemediği bir durumla karşılaşmıştı. Ağlamaklı gözlerle amcası Koca Hüseyin'e baktı. Yaralı bir aslan gibi kıvranan yeğenini gören Koca Hüseyin hemen harekete geçti: -Te be Salih Ağa sen şaka mı yapıyorsun, Şaka yapıyorsun bilesin ki çok soğuk bir şaka. Yeğenim Yusuf, böyle şakaları kaldıracak halde değildir. Kızınıza sevdalıdır. Bildiğimiz kadar da kızınız da Yusuf'a sevdalıdır. Yusuf'a malımı veririm ama kızımı veremem diyorsun. Doğru mu anladık bre. -Doğru anlamışsın Hüseyin Ağam. Yusuf, pehlivan kişidir. Pehlivanın yeri yurdu belli değildir, nerede akşam orada sabah diyerek hayat sürer. Benim ağabeyim de pehlivandı, yengem onun dönüşünü beklerken hastalıklara kardı. Aynı sıkıntıyı kızımın çekmesini istemiyorum. Yine üzerine basa basa söylüyorum, benim Aliço'dan başpehlivanlığı alan Yusuf dahi olsa pehlivana verecek kızım yok. Ama kızım, beni dinlemeden giderse ona da bir şey diyemem, o zaman da Gülçehre diye bir kızım olmaz. Salih Ağanın bu sözleri karşısında Yusuf ayağa fırladı, kimsenin bir şey demesine meydan bırakmadan fırladı, kapıyı açtı koşarak çıkıp gitti. Herkes donup kalmıştı. HHH -Vurun, pelvan kimmiş gösterin ona. O da, hem koşuyor hem de vurun vurun da akılsız başıma biraz akıl girsin, diyor, o unutulmaz akşamdan şimdiye yaşadıkları bir bir aklından geçiyordu. Salih Ağanın pehlivana verecek kızım yok sözü üzerine, ne yaptığını bilmeden, fırlamış, Deliorman'ın, engin ağaç denizinin derinliklerine dalmış, ne yaptığını bilmeden üç gün deli gibi dolaşmıştı. En sonunda, Filiz Nurullah'ın onu, Gülçehre ve boğa ile karşılaştıkları yerde aramak aklına gelmişti. Hakikaten de Yusuf'u saç sakal birbirine karışmış vaziyette orada bulmuşlardı. Bulunduğunda Yusuf'un aklı başında değildi. Oraya nasıl geldiğini, üç gün boyunca neler yaptığını hatırlamıyordu. Sonra bizzat Salih Ağa defalarca ağlaya ağlaya anlatmış ve Yusuf'a, "Yusuf'um, evladım, kızım Gülçehre'yi istemen benim için en büyük şereftir. Deliorman'da gelenektir, kızı ilk isteyişte vermezler. Biz de amcan ile anlaştık, hem bir geleneği yaşatalım hem de sana ufak bir şaka yapalım dedik. Keşke demez olsaydık. Hakkını helal et, beni babalığa, kızım Gülçehre'yi de bir ömür boyu yoldaşlığı, eşliğe kabul et." demişti. Bundan sonra, hadiseler çok çabuk gelişmişti. Söz, nişan ve düğün birbiri peşi sıra gelmişti. Üç gün üç gece düğün yapılmış bütün Deliorman, düğüne gelmiş, atlar yarışmış, pehlivanlar güreşmiş, fakir fukara giydirilmiş, garipler sevindirilmiş ve binbir rica sonrası damat Yusuf da bir gösteri güreşi yapmağa ikna edilmişti. İşte şimdi, perşembeyi cumaya bağlayan gece vurun, pelvanlık nasılmış gösterin sesleri arasında koşuyordu, eve, Gülçehre'ye doğru. Yatsı namazını kılıp cami kapısından adımını dışarı attığı anda ilk zorlu yumruk gelmiş ve Yusuf koşmağa başlamıştı, tabii ki peşindeki delikanlılar da. > Devamı var