Ve beklenen gün ve saat, geldi. Daha saat, 15'te Paris'teki Kışlık Sirk hınca hınç dolmuştu, biletler iki gün önceden bitmiş, karaborsada, inanılmaz fiyatlarla alıcı bulmuştu. Saat 17'de, her iki pehlivan da, minderde hazır oldular. Alkış tufanı, sirki doldurdu... Koca Yusuf ve Hergeleci İbrahim, kispetlerini giymiş, zeytinyağıyla yağlanmış halde gözükünce, Kışlık Sirk, yıkılıyor gibi oldu. Vücut yapısı, görünüşleri ve vakarlarıyla zaten heybetli olan güreşçilerimiz, ışık altında pırıl pırıl parlayan vücutlarıyla Fransızların gözüne, başka dünyalardan gelen varlıklar gibi gözükmüş, akıllarını başlarından almıştı. Fransızlar, her iki güreşçiyi de çılgınca alkışladılar. Mindere çiçekler yağdı, bayan seyirciler mendillerini attılar. Her iki güreşçimiz de ağırbaşlı bir şekilde, ellerini göğsüne koyarak seyircileri selamladılar. Hergeleci'de bayan seyircilerin önünde güreşecek olmanın huzursuzluğu vardı. Yusuf, bir yıldır buna alışmıştı. Fransızlar, selvi boylu, erkek güzeli Hergeleci İbrahim'i sevmişlerdi. Bütün güreşçilerini minderde düz eden Yusuf'a rakip çıkan İbrahim, bir anda Fransızların kahramanı, beyaz atlısı olmuştu. Canı gönülden İbrahim'i destekliyorlar ve onun galip gelmesini, Yusuf'un minderden yenik ayrılmasını istiyorlardı. Gerçi, Hergeleci'nin Yusuf'un yanında ufak kalışı biraz morallerini bozmuştu. Ancak, gazetelerin Hergeleci hakkınnda yazdıkları ümitlerini artırıyordu. Kara Ahmet, Filiz Nurullah ve Türk öğrenciler ile birlikte, salonda kendilerine ayrılan yere oturmuştu. Heyecanla güreşin başlamasını bekliyorlardı. Ahmet, Filiz'in işaret ettiği yere bakınca şaşırdı kaldı, utandı.. Fransız bayanları, parmaklarıyla Ahmet'i işaret edip gülüşüyorlardı. Filiz Nurullah, kıpkırmızı kesilen Ahmet'e takıldı: -Te be Ahmet. Bu Frenk kokanaları seni çok beğendi. Dikkat et seni kaçırmasınlar. Ahmet, bir şeyler söyledi ama gürültüden ne dediği anlaşılmadı. Koca Yusuf, pehlivanların en ustası, yiğitler yiğidi Hergeleci İbrahim ile güreş yapacak olması sebebiyle çok neşeli, İbrahim ise, gurbet diyarında bir emri vaki sonucu Yusuf ile güreşmek mecburiyetinde kalışı sebebiyle üzüntülüydü, mahçuptu. Yusuf, İbrahim Pehlivana takıldı: -Te be İbrahim, beni İstanbul'da değil de bu gavurcukların önünde yenecek olmaktan üzüntülüsün galiba. Sıkma canını, kısmetse İstanbul'da da yenersin. Hergeleci İbrahim boyun büktü: -Bana üle takılma be Yusuf ağam. Senin karşına büle bir yerde çıkmaktan, gavurcukların oyununa alet olmaktan üzüntülüyüm. Yusuf güldü: -A be İbrahim. Bırak üzülmeyi. Oyna bre oyna...Ben çok sevinçliyim. Bugün bizim bayramımız. Paris'in göbeğini Kırkpınar ermeydanına çevireceğiz, Fransızlara, vatan edinme destanımız Kırkpınar geleneğini göstereceğiz. Bir de davul zurnamız olsaydı... Koca Yusuf, daha bir de davul zurnamız olsaydı sözünü tamamlamadan, davul vurmağa, zurna çalmağa başladı. Yusuf ve Hergeleci şaşırmışlardı, hayali sesler işitip, gönüllerinde vuran davul zurnayı gerçek mi zannediyorlardı? > DEVAMI VAR