Evliya Çelebi, Seyahatnâmesi'nde, Sultan Dördüncü Murad'ın vezirleriyle yaptığı güreşte, kendisinin de cazgırlık yaptığını ve bu güreşte; "Ankara'da er yatar, Rum'da Sarı Saltuk Mehmet Buhari, Ton giyer, tuman çeker" duasını okuduğunu yazmaktadır. YEDİ YERDE KABRİ VAR Evliya Çelebi, Seyahatnâmesi'nde, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Kırım, Makedonya, Kosova, Bosna ve Polonya'da, Kırkpınar'ın ilk kurucusu Sarı Saltuk'un makam ve türbelerinin bulunduğu yazmaktadır. Sarı Saltuk'un asıl kabri, Romanya - Dobruca'daki Babadağ şehrindedir. Kabir bugün ayaktadır, ancak harabe vaziyetindedir. Sarı Saltuk, Müslümanlar kadar, Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından da çok sevilir, ermiş kişi kabul edilirdi. Çünkü kendisi, din, milliyet ayırt etmeden herkesin yardımına koşardı. Sarı Saltuk, ölüm döşeğinde talebelerine; "Evlatlarım, ben öldüğümde yedi tane tabut hazırlayın. Yedi millet, benim kendilerinden olduğumu söyleyerek cesedimi isterler, her isteyene verirsiniz" diye vasiyet eder. Hakikaten de, Sarı Saltuk öldüğünde yedi millet gelir, kendilerine yedi tabut verilir. Her tabutun içinde Sarı Saltuk'un cesedi vardır. Sarı Saltuk'un bizim bildiğimiz kabirleri; Romanya - Babadağ, Bulgaristan Varna - Kaligra, Bosna - Blagay, Kosova - Prizren, Kırklareli - Babaeski, İznik, Niğde Bor ve Tokat Sarı Saltuk Köyü'ndedir. Ayrıca sayısız yerde de makamı vardır. İZİN ALINMIŞTIR Araştırmalar, Noel Baba efsanesinin Sarı Saltuk'la doğduğunu, Noel Baba efsanesinde geçen motiflerin Saltukname kitabında Sarı Saltuk için anlatıldığını göstermektedir. Evet, Kırkpınar'ın ilk kurucusu Sarı Saltuk böyle bir kimse, alperendi. Şimdi, Kırkpınar'ın ikinci doğuşuna, bugün, başlangıç kabul edilen tarihi hadiseye gelelim. Zaman, Osmanlı'ya Anadolu'nun dar geldiği, gözünü Ahmet Yesevi hazretlerinin işaretiyle Avrupa'ya diktiği 1350'li yıllardır. Orhan Gazi'nin şehzadesi Sultan Süleyman, Sarı Saltuk ve Ahmet Yesevi hazretlerinin menkıbeleri, Peygamber efendimizin İstanbul'un fethiyle ilgili müjdesiyle büyümüştür. Avrupa'ya geçmek, İstanbul'u fethetmek ateşiyle yanmaktadır. Ancak, o da İstanbul'un fethinin, Trakya'nın fethinden geçtiğini iyi bilmektedir. Sık sık, Çanakkale Boğazı'nın Anadolu yakasından Avrupa yakasını gözlemekte, karşı yakaya geçeceği günlerin hayâliyle yaşamaktadır. Şehzade Süleyman, bir gün babası Orhan Gazi'den, "Oğul, vakit, saat gelmiştir, an, Rumeli'ne geçme anıdır" iznini alır. Şehzade Süleyman ve kırk alperen arkadaşı, bugün Boğaz'ın Anadolu yakasındaki Çanakkale - Lapseki kazasının Çardak Beldesi'ne gelirler. Burada, Salcı Baba'nın nezaretinde karşıya geçecekleri salı inşa ederler. KARA DA İLERLEMEKTEDİR Bir mübarek gecede, karşıya geçmek üzere, sala binerler. Tam bu sırada, o yörede meczup (Allah aşkıyla kendinden geçen kimse) olarak bilinen Deli Kızıl Sultan gelir ve kendisini de sala almalarını ister. Delidir diye almazlar. Yola çıktıklarında, duydukları gürültüyle geri bakarlar. Ne görsünler. Meczup, kucağına kumu doldurmuş, saçıyor, saçtığı yerde, kara Çanakkale Boğazı'nın içine doğru uzanıyor. Meczubun, Allahü Teala'nın evliya kullarından olduğunu anlarlar ve onu da sala alırlar. Böylece Çimpe Kalesi'nin yanında Avrupa'ya ayak basarlar ve burasını fethederler. Mevlit yazarı Süleyman Çelebi'nin dedesi ve Orhan Gazi'nin kayınbiraderi Şeyh Mahmud, bu geçişi, halkın hissiyatına tercüman olup şöyle dile getirmiştir: Keramet gösterip halka, Suya seccade salmışsın, Yakasın Rumeli'nin, Dest-i takva ile almışsın. KIRKPINAR DOĞMUŞTUR Halk, Şehzade Süleyman ve arkadaşlarını alperen olarak görüp,onların keramet gösterip seccade üstünde Boğazı geçtiklerine inanmıştır. Şehzade Süleyman ve kırk yiğidi, Edirne'ye doğru yollarına devam ederler. Kırk alperen, fırsat buldukça, savaşa hazır olmak için birbirleriyle güreş tutmaktadır. İçlerinde Ali ve Selim ismindeki iki yiğit, güreşlerini bir türlü ayıramamış, aralarında yenişme olmamıştır. Bugün, Yunanistan toprakları içinde kalan ve Edirne - Ortaköy yolu üzerindeki Simovina Köyü (Kırkpınar güreşleri 1912 yılına kadar burada yapılmıştır) yakınındaki çayıra geldiklerinde yine güreş tutarlar. Yine güreşlerini ayıramazlar. Yalnız namaz için mola verdikten sonra, güreşlerine devam ederler, ay ışığında da sürdürürler ve ikisi de güreşirken ölür, şehit olurlar. Arkadaşları bu iki yiğidi, şehit oldukları yere defnederler ve Rumeli topraklarından fethe devam ederler. Döndüklerinde bir de bakarlar ki, arkadaşlarını defnettikleri bu yerde kırk pınar fışkırmış akıyor. KIRKPINAR DİYE ANILDI Bundan sonra, burası, "kırklar", yani evliyalar, şehitler pınarı diye anılmaya başlanır. Söylene söylene "Kırkpınar" şekline dönüşür. 1357 yılında, Şehzade Süleyman'ın atından düşerek şehit olmasından sonra bayrağı kardeşi Şehzade Murad almıştı. Şehzade Murat, 1359 yılında babası Orhan Gazi'nin vefatıyla padişah oldu ve 1361 yılında Edirne'yi fethetti. Edirne'nin fethinden sonra alperenler, Selim ve Ali'nin hatırasına şehit oldukları yerde güreşler yapmaya başladılar. Böylelikle Kırkpınar güreşleri, Sarı Saltuk'un Edirne'yi terketmesinden 57 sene sonra tekrar doğdu.