Gelenler, komşu Erikli köyünden Hasan Ağa ve oğlu Mehmetti. Yusuf, Hasan Ağa'yı güreşe olan aşırı düşkünlüğüyle hatırlıyordu. Yusuf'un hiçbir güreşini kaçırmaz, Kırkpınar güreşlerine mutlaka gitmeğe çalışırdı. Selamlaştılar, Yusuf, misafirleri evin önündeki çardağa götürdü. Ayranlar geldi, hal hatır sormadan sonra Hasan Ağa, oğlu Mehmed'e döndü: -Mehmed, evladım, öp bakalım ustan Kırkpınar başpehlivanı Yusuf Pehlivanın elini. Mehmed, hemen yerinden fırladı, Yusuf'un mani olmasına imkan bırakmadan elini öptü, Yusuf, şaşırmıştı: -Hasan Ağam, anlayamadım. Mehmed'in nereden ustası oluyorum. Hasan Ağa, mahçuptu, isteğinin kabul edilmesi için her türlü fedakarlığa hazır, en büyük dileğini söylemeğe cesaret edemez hallerdeydi: -Yusuf, yiğidim. Dünyada en büyük dileğim, Mehmed'imin sana çırak olması. Bunun için ne dersen yapmağa hazırız. Oğlum buralardaki güreşlerde büyükortada birinci oldu. Yaşı da onyedi... Hasan Ağanın boyun bükmüş haline gören Yusuf'un yüreği cız etti. Kendisinin güreşe başladığı ilk günlerini, güreşe olan kara sevda derecesindeki sevgisini hatırladı. Her Deliormanlı baba gibi Hasan Ağa da oğlunun pehlivan olmasını, ermeydanlarından ses getirmesini istiyordu. Yusuf, şöyle bir Mehmed'e baktı, Mehmed, sarışın, ufak tefek ama cin gibi bir çocuktu. Elinden gelse, Yusuf Ağasının içine girecek, pehlivanlık cevheri ona yakından gösterecekti. Yusuf da, yanına bir çırak almak istiyordu, ustası Pomak Osman ihtiyarlamıştı, kendisine can yoldaşı olacak bir çırağa ihtiyacı vardı. Yusuf, baba oğulun şevkini pek kırmak istemiyordu, ancak Mehmed'i pek gözü tutmamıştı: -Hasan Ağam. Buralarda orta boyda güreşiyor diyorsun ama. Mehmed, pek ufak tefek. Pehlivanlıkta, boy pos kilo lazım. Gerçi Arnavutoğlu, Yörük Ali gibi ufak tefek pehlivanlar da başarılı olmuşlar ama, onlar yüz yılda bir gelen pehlivanlar. Kusura bakma. Yusuf'un, sözleri, baba oğulu domdom kurşunu yemiş gibi vurmuştu, Hasan Ağa pes etmedi, dokunsalar ağlayacaktı: -Te be Yusuf niçin üle sülersin? Mehmed'in ufaklığına bakma. Cazgırlar hep "Şahin de ufaktır ama gökten indirir turnayı" demezler mi? Baba-oğul, ağlamaklı bir yüzle Yusuf'a bakıyorlardı, hakimin dudakları arasından idam fermanını bekleyen mahkumlar gibi. Onların halini ancak Deliormanlılar anlayabilirdi. Yusuf da baba oğulun içinde bulunduğu halin biraz olsun farkındaydı, ama ona göre bu iş hatır gönülle olmazdı, Yusuf'a göre Osmanlı diyarında pehlivanlık, kurallarına, geleneğine en fazla hassasiyet gösterilmesi gereken, alperenler yadigarı bir gönül ve yürek işiydi, son sözünü söyledi: -Kusura kalma Hasan Ağa, bu iş hatır gönül işiyle olmaz. Bizim işimiz, koca Osmanlının dört bir yanına uzanır, çok zorludur. Yusuf'un son sözleri üzerine Hasan Ağa, o kadar zorlamasına rağmen gözyaşlarına mani olamadı. Yusuf da üzgündü ama, doğru bildiğini yaptığına inanıyordu. Bu sırada inanılmaz bir şey oldu. Yusuf'un ufak tefek dediği küçük Mehmet, bir taraftan ağlıyor, bir taraftan da Yusuf'u kolundan çekiyordu. Küçük Mehmed'in sözleri hiç küçük değildi, dağları yerinden oynatır kuvvetindeydi. > Devamı var