Hikmet dede, bir müddet dua ettikten sonra Ahmet'e döndü, emaneti sahibine verdi ve tatlı tatlı güldü: -Bunu ne mi yapacağım diye sordun? Yiyeceksin, bre Ahmet'im. Ama şimdi değil. Senin yemen için, onu, üç yıldır bir an olsun yanımdan ayırmadım. Hikmet dede, Ahmet'e, akşam güneşinde ışıltısı gözleri kamaştıran, çocuk yumruğu büyüklüğünde kızıl elma vermişti. Ahmet, kızıl elma elinde şaşkın şaşkın duruyordu. Ahmet'in elmayı ne yapacağını bilemediğini gören Hikmet dede, aldı, onu tekrar al renkteki beze sardı ve Ahmet'e verdi. Ahmet de koynuna koydu. Hikmet dede, Ahmet'i çayırda diz üstü oturttu... kendisi de babasıyla birlikte tam Ahmet'in karşısına yerleşti. Ahmet'e anlattı, annesinin gördüğü rüyayı... kendisine verilen emaneti... Tuna babayı... Tuna babanın yaşadığı Tuna içindeki Ada kaleyi... Sarı Saltuk Dergahı'nı... Sarı Saltuk kim olduğunu... ve sözlerini bağların en güzeliyle bağladı: -Ahmet, evladım, bu elmayı, gerçek aşkı, muhabbeti bulduğunda... güleş ile Frenk diyarını fethettiğinde... evleneceğin kızı bulduğunda, kızla birlikte yiyeceksin, yarısını sen, yarısını o. Bütün bunlar, senin kızılelmaya kavuştuğuna, bulduğuna işaret olacak.. Böyle bir kız; güleş peşinde koşarken karşına çıkacak. Bu sebepten, Osmanlı mülkü içinde veya dışında, hatta Frenk diyarlarında bile olsa gidebileceğin hiçbir güleşi kaçırma. İlk önce böyle bir kızı bulacak, sonra da güreşle Frenk diyarını fethedeceksin. Hikmet dedenin anlattıkları Ahmet'i fazla etkilememişti, yaşı itibariyle hâlâ masal, efsane dünyasında yaşıyor... bütün bu söylenenler, ona normal geliyordu. Masallarda söylendiği gibi, kendisine verilen kızıl elma yarılsa, içinde bir güzel çıksa, Ahmet, hiç yadırgamaycaktı. Ahmet, çocukça bir merakla anlatılanları daha iyi anlama gayretindeydi: -Hikmet dedem, kızın emanete layık olduğunu nereden anlayacağım? Hikmet dede, gayet ciddi bir şekilde cevap verdi: -Evladım, sana verilen kızıl elma, evlenmeyi düşündüğün kızla karşılaştığında, bir kor parçası gibi ısınıp ışıyacaktır, işte bu zaman, onun, emanete layık olduğunu anlayacaksın. -Dedem, kızın huzurunda kızılelmaya nasıl bakarım. Evlenmeyi düşündüğüm kıza, dur bakalım, kızılelma senin karşında ışıyacak mı, nasıl derim? Hikmet dede, Ahmet'i tanıyalı ilk defa böyle seslice güldü: -Hay sen çok yaşayasın, hayırlı, bereketli seneler geçiresin e mi. Çok doğru süledin. Kızılelma, evlenmen gereken kız, kırk adımlık mesafe içinde nerede olursa olsun, isterse yerin altında, yine ışıyacaktır. Evlenmen gereken kızla karşılaştığını düşündüğünde, o kızdan kırk adımlık bir mesafe içinde ıssız bir yere çekilir, elmayı gözden geçirebilirsin. Ahmet'in sualleri bitmemişti: -Peki, dedem, bu elma ben evlenecek yaşa gelinceye kadar çürümeden nasıl duracak? Hikmet dede, kızar gibi yaptı: -Ahmedim, üç senedir, benim yanımda, çürümeden nasıl durduysa öyle duracak. -Siz Hikmet dedesiniz, sizin yanınızda durur. Ahmet'in cevabı, Hikmet dedeyi gülümsetti: -Evladım, keramet bizde değil, keramet, bu elmayı verende, bu keramete vesile de elmayı saran bezdir. Bu bez, akıncı beyi Mihailoğlu Ali beyin şehit olurken üzerindeki gömlektir. Elmayı, bu bezle sardığın müddetçe, Allahü tealanın izni, onun veli kullarının duasıyla inşallah çürümeyecektir. ¥ Devamı var