İşittiklerine inanamadılar

A -
A +

Yusuf'u seher vakti uyandıran, vakitlerden seheri, çiçeklerden de gülü seven bülbüldü. Seher vakti bülbül sesiyle birlikte "Seher vakti bülbüller/Ne de güzel öterler/Açınca gül çiçekler/Birlikte zikrederler" ilahisi, Yusuf'un önce gönlüne düştü, gönlünden de diline. Yusuf, hemen handan çıktı, Edirne'de mayıs gecesinin seher vaktinde, kainatın bülbül sesinde aynı dilden konuşuşuna şahit oldu. Hemen yakındaki gül ağacında, gül kokuları arasında bülbül ötüyor, canlı cansız herşey onu dinliyordu. Yusuf, seher vakti, gül, bülbül üçlemesindeki doyumsuz güzelliği, sırrı biraz çözer gibi oldu. Sıkı bir kahvaltıdan sonra, Yusuf, Razgıradlı Deli Murad'ı buldu. Birlikte pehlivanların kaldığı hanları gezdiler, kimlerin güreşlere geldiğini anlamağa çalıştılar. Edirne, 93 Harbi'nin, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı'nın yıkıcı tesirini hâlâ üzerinden atamamış, yaşadıklarına inanamamış, kabullenemiyor gibiydi. Ama yaşanılanlar gerçekti. Edirne'nin her köşe başında o korkunç, utanç verici bozgunun izleri vardı. Üç Şerefeli Cami'ye geldiklerinde, caminin güney batı girişindeki merdivenlerinde üç mermer direk dikkatlerini çekti. Müezzin efendiye sual ettiklerinde, şu cevabı verdi: "Efendim. Bu camiyi yaptıran ikinci Murad, cami inşaatını kontrole geldiğinde bir öğle vaktidir. Kaylule için yatar. Rüyasında üç şerefli büyük meleğin, Cebrail, İsrafil ve Mikail aleyhisselamların bu merdivenlerde oturduğunu görür. Daha sonra bu meleklerin görüldüğü merdivenlere onların hatırasına bu mermer direkler dikilir. Bundan sonra Üç Şerefeli Cami, Üç Şerefli Cami yani üç büyük meleğin şereflendirdiği cami manasında anılmağa başlar." Müezzin, Yusuf ve arkadaşına, "Bu camide böyle anlamlı bir mermer direk daha var onu da görmek ister misiniz." diye sual edince, severek kabul ettiler. Müezzin onları, caminin kuzey doğusuna götürdü, iki metre boyunda mermer bir direk gösterdi. Elleriyle direğin tepesine dokunmalarını istedi. Dokundular, hafifçe oyuktu. Bir mana veremediler. Müezzin, "Buna sadaka taşı denir. Eskiden, zenginler, fakire sadaka verirken kendilerine gurur gelmesin, fakirler de sadaka alırken mahçup olmasınlar diye sadakalarını bu taşın üstüne koyarlarmış. Fakirler de ihtiyacı kadar alırmış. Ya şimdi ne böyle zengin ne de fakir var. Gördüğünüz gibi sadaka taşında para falan da yok." şeklinde açıklama getirdi. Yusuf ve Deli Murad'ın, müezzinin anlattıkları karşısında akılları başlarından gidiyordu. Yusuf, "Demek ki Osmanlı toplumunda çözülme birbirine bağlıydı. Sadaka taşına para bırakan zenginler, buradan ihtiyacı kadar para alan fakirler kalmayınca cephelerde de bozgunlar başladı." diye düşündü. Yusuf ve arkadaşı, birlikte Sarayiçi'ne idman için gittiler. Burada, harabe vaziyetteki Yeni Saray'ı görünce merak ettiler, sebebini sordular. Meğer, 93 Harbi sırasında cephaneler bu sarayda muhafaza edilmiş. Rus'un Edirne'ye geldiği işitilince de Edirne'yi savunmakla yükümlü paşa, işin kolayını tercih etmiş, İstanbul'a doğru çekilmiş, cephane düşmanın eline geçmesin diye cephaneyi ateşe vermiş ve cephaneler havaya uçmuş, tabii ki muhteşem sarayla birlikte... Yusuf ve Deli Murad, işittiklerine inanamadılar. İhanet derecesinde gaflet içinde bir kimse Osmanlı'ya nasıl paşa olmuştu. İki arkadaşın bir gün içinde yaşadıkları şoklar bunlardan ibaret olmadı. Yeni İmaret semtine geldiklerinde İkinci Beyazıt Camisi'nin hemen yanında bir çok kubbeden ibaret, harabe vaziyette bir yer gördüler. Burasının ne olduğunu sorduklarında aldıkları cevapla akılları başlarından gidiyordu. Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.