Kalbi sancıyordu

A -
A +

Güreşler, huzur güreşi olduğu için davul-zurna, yoktu ve dua yapılmadı. Güreşler, onbeş dakika sürecekti ve gösteri mahiyetindeydi. Cazgırın el etmesiyle güreşler başladı. Ahmet, Padişahın huzurunda güreşmekten çok heyecanlıydı. Buna rağmen, peşreve başlamasıyla birlikte her zaman olduğu gibi bulunduğu zaman ve mekanı unuttu. Türkistan'dan Avrupa'ya uzanan yolculuğuna başladı. Küheylan oldu, şahlandı, kartallaştı, sonsuz ufuklara kanat açtı, ok kesildi hedefe uçtu. Padişah ve misafirleri, hayran gözlerle Ahmet'in peşrevini seyrediyorlardı. Güreşler, başladı. Özellikle Küçük Yusuf ile Kara Ahmet'in güreşleri yürek hoplatıyordu. Koçlar gibi toslaşıyorlar, taylar gibi yerlerinde duramıyorlar, akıncı cetleri gibi hey heyleniyorlardı. Ha derken onbeş dakika geçiverdi. Cazgırın seslenmesiyle pehlivanlar güreşi bıraktılar. Padişahın önüne gidip, sol dizleri yerde, sağ dizleri dikili, başları ve elleri sağ diz üzerinde durdular. Padişah, yerinden kalktı, pehlivanların yanına geldi. Yaverin sesiyle pehlivanlar, ayağa kalktılar. Yaverin tanıttığı pehlivana Padişah teşekkür etti. Sıra Kara Ahmet'e gelince, Padişah, yaverinin tanıtmasına fırsat vermeden Ahmet'e hitap etti: -Ahmet Pehlivan. Avrupa'daki güreşlerinle yüzümüzü ak eyledin. Yüce Mevlam da iki cihanda yüzünü ak eylesin. Ahmet, gözlerini kaldırmadan yalnızca "Amin" diyebildi. Abdülhamid Han muzipçe gülümsedi: -Benoit gelinimizden haber var mı? Padişah'ın Benoit'ten bahsetmesi karşısında Kara Ahmet, kıpkırmızı oldu. Duyulur duyulmaz "Yok efendim." Cevabını verdi. Padişah, "Sabır bre Ahmet Pehlivan. Sabreden zafere ulaşır, buyurulmuş." dedi ve uzaklaştı. Padişah ayrıldıktan sonra, pehlivanlar, Saray hamamına götürüldü. Kendilerine Sanayi madalyaları ve padişah hediyesi Bursa'daki arazilerinin tapu senetleri verildi. Ve şimdi yürüyordu 25 Eylül 1900 yılının bir ikindi öncesi. Sabah gazetesine doğru yürüyordu. Padişahla görüştükten bir gün sonra. Fırtına Selim, haber göndermişti, "Ahmet Pelvan gelsin, acele görüşelim." diye. Ahmet, gidiyordu, İstanbul'un bir ikindi öncesi, kızılelmadan haber var mı ümidiyle. Sabah gazetesinin bulunduğu hana geldiğinde Ahmet, nefes nefese kalmıştı, kalbi sancıyordu. İnanılmazdı, bir yokuş tırmanmakla yorulmuştu. Hana girdi, gazetenin kapısını çaldı. Kapıyı, Fırtına Selim açtı: -Ooo! Pelvan agam gelmiş. Ahmet, acı içinde, gösterilen koltuğa oturdu: -Te be Fırtına hepten de rezil olduk. Çeşme yolunda nişanlısının yolunu gözleyen yeni yetmelere döndük. Her hafta gelirim diye, sakın pelvan agana gülme, şaplağı yersin. Fırtına Selim üzüldü: -Seven hor görülür mü be pelvan agam, ancak saygı duyulur. Hayır olsun. Hasta gibisin. Kara Ahmet, derin bir of çekti: -Sorma be Fırtına. Biraz yokuş çıkınca kalbim sancımağa başlar. Tabipler de bir teşhis koyamadı. Zehirlenme olabilir demekteler. Durum günden güne kötüye gider. Fırtına Selim irkildi: -Zehirlenme mi? Ahmet Pehlivan acı acı gülümsedi: -Daha önce bahsetmiştim. Benoit'in babası, Conte de Chambre. Kesin bir şey yok. Ama rahatsızlık, onun konağına yemeğine gittikten sonra başladı. Sakın ha bunları yazmak yok. Tamam mı? -Tamam be pehlivan agam. Gazeteciysek de, dostluğu bir kenara atmadık. Sana sevinçli bir haberim var. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.