Yusuf, feryadın geldiği yere baktı, Osmanlı fesini, o fesin altında, Sultan Abdülhamid Han'ın, Osmanlı'nın ak sakallı Paris sefirini gördü. Kalkan eli indi. Sefir, mindere girdi, Yusuf'u elinden tuttu, "Yusuf, evladım, hem kendine hem de seni sevenlere, Osmanlı'ya, padişah efendimize yazık etme" dedi. Yusuf, başını eğdi, "Ama efendim, pis Osmanlı dediler, yüzüme tükürdüler" cevabın verdi. Bu arada trübünler karışmıştı. Polisler, kenarda güreşi seyretmekte olan Filiz Nurullah ve Küçük Yusuf'u zaptetmekte güçlük çekiyorlardı. Yusuf, onlara dönerek, oturmalarını söyledi, boyun eğip oturdular. Sefir, sen şöyle yanıma gel, diyerek, Yusuf'u aldı, polislerin nezaretinde, soyunma odasına götürdü. Kapıya, on polis dikilmesini sağladı, her ne olursa olsun, Yusuf'u dışarı salmamalarını, kendisinin bilgisi olmadan kimseyi de içere almamalarını söyledi. Tekrar, güreşin yapıldığı yere döndü. Bu sırada, Rum Pierri, gazetecileri etrafına toplamış, kurt kapanının yağlı güreşte de yasak olduğunu, bu oyunu alanların yağlı güreşe göre yenik sayılması gerektiğini söylüyordu. Hergeleci ayağa kalkmış, şaşkın şaşkın olan bitene bakıyordu. Gazeteciler, hemen Hergeleci'nin etrafını alıp, ona Galip Bey vasıtasıyla sordular: -Yusuf ile aranızda düşmanlık mı vardı, seni niçin öldürmek istedi? Gazetecilerin suali kendisine tercüme edilen Hergeleci çok şaşırdı, hem de kızdı: -Siz ne öldürmesinden bahsediyorsunuz be. Yusuf, istesin ben seve seve canımı onun için veririm, o da benim için ölür. Biz, bırakın birbirimizi öldürmeyi düşünmeyi, kardeşimizin en ufak bir acı çekmemesi, üzülmemesi için seve seve bütün varlığımız veririz. Ama siz bunu anlayamazsınız. Şaşırma sırası gazetecilerdeydi, fakat pes etmediler: -Senin boynunu kırmak istedi, bu öldürmeğe teşebbüs değil mi? -Siz hepten de yangıncı, fitneciymişsiniz be. Sizin ağzınıza bakılırsa, insanlar haksız yere birbirlerini katlederler. Yusuf'un aldığı oyun kurt kapanı oyunudur, gayet nizamidir. Hatta sizin minder güreşinizde de yasak değildir. Bunu da en iyi sizin şampiyonunuz Pons bilir. Yahu, siz ne biçim insanlarsınız, niçin müdahale ettiniz, ne güzel güreşiyorduk. Hergeleci'nin ne güzel güreşiyorduk sözleri, gazetecilerin yaşadıklarıyla zaten havalanmış olan akıllarını hepten uçurdu: -Sizin ne güzel güreş dediğiniz, kadın erkek bütün seyircilerin aklını başından aldı, hepsi dehşete düştü, kadınlardan başka erkekler bile ağlamağa başladı, herkes, Yusuf'un seni öldürmek istediğini zannetti. Gazetecilerin bu sözlerine Hergeleci gülümsedi: -Te be bizde erkekler, ermeydanlarında, savaş meydanlarında yiğitçe, mertçe, güleşir, savaşır, gülerek ölüme gider, mağlup olduğunda da, mertçe, gülemseyerek rakibini tebrik eder, onunla helalleşirler. Kadınlarımız da ancak, sevdiği, mertliğe, yiğitliğe aykırı bir şey yaparsa vah benim talihsiz başım diye ağlar, sevdiklerinin hasretiyle feryat eder, bunu da kimseye belli etmez, bağrına taş basar, isyana düşmez. Biz de hiçbir kadın, oğlum, eşim, yenildi diye ağlamaz, yenilgiyi olgunlukla karşılamanın en büyük şeref olduğunu bilir. Fransız gazeteciler, Hergeleci'nin anlattıklarını anlamakta güçlük çekiyorlar, acaba Galip Bey, yanlış mı tercüme ediyor diye şüpheyle bakıyorlardı. Hergeleci, ne diyor diye Bulgar Petrov'a sordular, o da aynı şeyleri söyleyince biraz olsun tatmin oldular. Bu arada, jüri ve hakem heyeti toplandı, güreş hakkında karar vermek için, Osmanlı Sefiri de aralarındaydı. DEVAMI VAR