Çay dedikleri bu olsa diye düşündü, 18 Mart'ın öğle üzere, sırtında paltosuyla akan suyun kenarında oturan Ahmet Pehlivan. Dört gündür hastanede kalıyordu. Ona kalsa kendisine geldiği günün hemen sonrası ayrılacaktı hastaneden ama müsaade etmemişlerdi. 19 Mart'ın sabahında hastaneden ayrılacaktı, İstanbul'a gitmek üzere. Viyana'nın Münih'e yakın olduğu söylenmişti. Viyana'ya gidecek oradan da trenle İstanbul'a ulaşacaktı. Olmamıştı işte... Güreşle Benoit'e kavuşacağım diye güreşirken ölümün eşiğine gelmiş, Benoit'e kavuşamamıştı. Hikmet Dede, "Kızılelmayı paylaşacağın güzele güreş peşinde koşarken kavuşacaksın." demişti. Artık, güreşemeyeceğine göre, kavuşamayacak mıydı? Zaten bundan sonra kavuşsa ne olurdu ki? Hayatı bir pamuk ipliğine bağlıydı. Ahmet, elinde Hikmet Dedenin verdiği kızılelmayı ne yapsın bilemiyordu. Ne iştir bilinmez. Son yolculuğa çıkmazdan önce, Sait Beşir, "Ahmet. Biz babamla uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Kızılelma senin yanında bulunsun, bakarsın lazım olur." diyerek kendisine vermişti. Ahmet, elmaya baktı, "Eh be Sait Beşir agam. 'Kızılelma yanında bulunsun, bakarsın lazım olur' diyerek elmayı bana geri verdiğinde bu Fransa-Almanya yolculuğunda Benoit'e kavuşur, hatta bu diyarlarda, İstanbul'a dönmeyi beklemeden onunla evlenirim diye ümitlenmiştim. Ama nerde... Sen herhalde kızılelmayı kendi elimle atmam veya çok acıkınca tek başıma yemem için bana verdin." diye söylendi ve seslice güldü. Kızılelmayı, önünde akan suya atmak için dayanılmaz bir istek duydu. Elmayı tutan eli karıncalandı. Atmak için kolunu hafifçe kaldırdığında, sancılandı, Hikmet Dedenin "Hiçbir işte karar vermek için acele etme. Danışmadan sakın karar verme." Sözü aklına geldi. Kalkan kolu yana düştü. Ahmet, bu gurbet diyarında kendini çok yalnız hissediyordu. Biraz olsun namazlarda rahatlıyordu. Namaz kılması için hastanede bir yer göstermişlerdi. Ahmet, bir nebze olsun öğrenci Mehmet ile teselli buluyordu. Onun şen şakrak hali dertlerini az da olsa unutturuyordu. Anne-babası şehit olmuşlar, ablası Leyla'dan da bir haber çıkmamış... Eş, yok, çoluk çocuk yoktu. Durmadan koşturmuştu, Kızılelma, kızılelmayı paylaşacağı güzel peşinde, Hikmet Dededen, Ada Kale'de ayrıldığı 1882 yılından beri... Dile kolay tam 20 sene geçmiş, 21 seneye girmişti. Kızılelma peşinde koşmaya başlamasının üzerinden... O günden bugüne hep koşturmuştu. Sonunda çetin bir kayaya toslamış, güreş hayatı bitmiş, ama o hâlâ kızılelmayı paylaşacağı sevdiceğine kavuşamamıştı. Ahmet, hemşirelerin bütün ısrarına rağmen, dışarıda, nehrin kıyısında oturmakta ısrar etmişti. Sırtında kalın bir battaniye Tuna'yı, 21 sene önce Hikmet Dedenin vefatıyla Tuna içindeki Ada kaleden ayrılışını, o günden bugüne güreşle kızılelmayı arayışını, Osmanlı'nın üç başşehri, Bursa, Edirne ve İstanbul'dan sonra, Avrupa başşehirlerine, Rusya'nın başşehri Petesburg'a, sonra Paris'e, Berlin'e, Viyana'ya ve Budapeşte'ye uzanan güreş yolcuğunu, bu yolculuktaki esrar ve hikmeti düşünüyordu. Ama ne esrara ne de hikmete varamıyordu. Yanında Hikmet Dede de yok ki ona sorsun. Gerçi o da yalnızca, "Bunlarda da bir hikmet vardır." deyip işin içinden çıkardı ya... -Ooo! Ahmet Pehlivan! Dalıp gitmişsin yine. Benoit yengemi mi düşünürsün? > DEVAMI VAR