Ahmet, rakibini belinden yakaladığı gibi yere indirdi. Kartal gibi üzerine kondu. Yere iyice yayıp, kolunu rakibinin koltuk altından geçirip ensesine getirmeğe çalışarak tek kle oyununu aramağa başladı. Laurent, bütün karşı koymasına rağmen, Ahmet'in tek kleyi alacağını fark edince, çareyi kafasını kullanmakta buldu, üzerine iyice eğilen Ahmet'in burnuna kafasının arkasıyla darbeyi vurdu. Burnu çok acıyan Ahmet, elinde olmadan burnunu tuttu. Elleri kanlanmıştı. Hakem, düdük öttürüp güreşçileri ayırdı. Doktor, çağırdı. Ahmet'in burnuna bakım yaptılar. Laurent, hakeme yanlışlıkla burnuna çarptığını söyledi. Ahmet de, kabul edince, hakeme de güreşi tekrar ayakta başlatmak düştü. Ahmet, Laurent ile karşı karşıya gelince, sağlı sollu iki elense çekti. Laurent'in kendini savunmak için geri çekilmesiyle aradığı fırsat çıktı. Ahmet, karşısında Conte de Chambre varmış gibi, Laurent'in beline doğru atıldı. Belinden yakaladı ve Laurent ile birlikte, bir metre yükseklikteki ringten aşağı uçtu. Yere düşmeleriyle birlikte, Laurent'in feryadı ortalığı kapladı. Görevliler, koştular. Ahmet'i, Laurent'in üstünden kaldırdılar. Rakibi, bağırarak yerde kıvranıyordu. Doktor geldi. Seyirci, müthiş bir şekilde Ahmet'i protesto ediyordu. Polisler ve menajeri seyirciler zarar vermesin diye Ahmet'in etrafını çevirmişlerdi. Sessizce ayakta duruyordu. Conte'u yere atmış gibi rahatlamıştı. Duygularını bir türlü isimlendiremiyordu. Tek bildiği, buralarda Avrupa memleketlerinde daha fazla kalmağa tahammül edemeyeceğiydi. Hakem heyeti, toplandı. Herkes, merak içinde kararı bekliyordu. Bir kişi hariç... Onun için verilecek kararın hiç ehemmiyeti yoktu. O, yalnızca, bir an önce İstanbul'a dönmeyi düşünüyordu. Orta hakem, kararı açıkladı. Laurent'i ringten ittiği için, Kara Ahmet, yenik sayılmıştı. Hakemlerin verdiği yenilgi kararı Ahmet için mühim değildi. O, gönlünün verdiği kararla kendisini çoktan mağlup ilan etmişti... HHH İnanamaz gözlerle baktı. Demek ki gelmişti, yedi aylık ayrılıktan sonra... Gurbet ellerde vatan hasreti ile öleceğine iyice inanmıştı. Gemiye bindikten sonra hep aynı duyguları yaşamıştı. "Ben de Yusuf ağam gibi vatan yolunda öleceğim, O, Atlas Okyanusunun sularına, karıştı bense Akdeniz'in sularında kaybolacağım." düşüncesini bir türlü kafasından atamamış, her an geminin batmasını beklemişti. Ama imkansız gibi gördüğü gerçekleşmişti. İşte, İstanbul, karşısındaydı. Topkapı Sarayı, Sultan Ahmet Camii ve Ayasofya Camii bütün güzelliği, haşmetiyle hoş geldin diyorlardı. Ahmet için bir asır olan dakikalar da, geçti.. Ve gemi, 11 Haziran 1900'ün bir ikindi sonrası Karaköy'e yanaştı. Ahmet, geleceğini kimseye bildirmemişti. Gemiden karaya adımını atar atmaz, yeri öptü. Vapurdan inenler hayretle Ahmet'e bakıyorlardı. Kara Ahmet'in, kimseye aldırdığı yoktu. Yelek cebinden köstekli saatini çıkardı. İkindi vaktinin girdiğini görünce Yeraltı Camii'ne girdi. Peygamber efendimizin mübarek arkadaşlarının makamlarının bulunduğu camiye. Selam verdi, fatihalar okudu, namazını kıldı. Duasında, İstanbul'a, cennet vatana kavuşturduğu için gözyaşları içinde Allahü tealaya şükretti. > DEVAMI VAR