Kırk tane pınar akıyordu
1 Temmuz 2009 01:00
Başpehlivanlar Ağalar ve 648.KIRKPINAR -3-
Kırkpınar'ın doğmasına sebep olan iki alperen bugün bazılarının zannettiği gibi birbirlerine üstünlük kurmaya çalışırken ölmemişlerdi. Bu şekilde öldüklerini söylemek, onları birbirlerinin katilleri olarak kabul etmektir. Onların niyeti, savaşa hazırlıktı. Savaşa hazırlık da savaş gibidir. Bu esnada ölenler de tıpkı savaşta ölmüş gibi şehittirler.
Şehzade Murat ve can yoldaşları iki şehidi canlarını teslim ettikleri yere defnederler ve Avrupa içlerine sefere devam ederler. Günler sonra bir Fatiha okumak için arkadaşlarını defnettikleri mübarek mekâna uğrarlar. Bir de bakarlar ki, bu mekanda, kırk tane pınar doğmuş, Arda'ya doğru akıp gitmekte. Bunu, arkadaşlarının Allah rızasına, Kırklar derecesine kavuştuğunun işareti sayarlar. Buraya "Kırklar Pınarı" derler, söylene söylene "Kırkpınar" olur.
1361 yılında Edirne fethedilir. Edirne'yi fetheden ordunun başında, Murat Hüdâvendigar vardır, babası Orhan Gazi vefat etmiş, padişah olmuştur. Şehit olan iki alperenin hatırasına güreşler yapmağa başlar ve bu şekilde Kırkpınar doğar.
Bazıları, Kırkpınar'ın doğuşunu ve tarihçesini yalnızca efsaneden ibaret diyerek küçümsüyorlar. Doğru, Kırkpınar bir efsane, ancak nasıl bir efsane? Eğer, tarihçiden edebiyatçıya ve folklorcuya bilim adamlarını bir araya getirseydik bu kadar mükemmel ve tarihi, coğrafi gerçeklerle bu kadar uyuşan, Türk milli vicdanına bu kadar yakışan bir Kırkpınar efsanesi düşünemezlerdi.
Kırkpınar efsanesi, tarihi ve coğrafi gerçeklerle tamamen uyum içinde ve binlerce yılda oluşan milli vicdandan doğan bir efsanedir.
Efsanenin geçtiği coğrafyaya ve efsanede ismi geçenlere bir bakalım.
Buraları 2002 yılında gidip gördüm. Salcı Baba'nın kabri bugün, Çardak'ta salların yapıldığı söylenen yerde harap vaziyette hâlâ ayaktadır. Deli Kızıl Sultan'ın kum saçarak meydana getirdiği yol, bugün de, Çardak'tan Çanakkale Boğazı'nın içine doğru uzanmaktadır. Osmanlılar zamanından beri her yıl, bu kumlarda 26 Ağustos'ta Kum Günü yapılmakta, bu kum şifalı kabul edilmekte ve yağlı güreşler organize edilmektedir.
Prof. Dr. Ömer Lütfü Barkan, "Kolonizatör Türk Dervişleri " kitabında, Deli Kızıl Sultan'ın Yunanistan'ın Dimetoka şehrinde türbe ve dergahının bulunduğunu yazmaktadır. 2002 yılında Yunanistan'a yaptığımız seyahatte Deli Kızıl Sultan'ın dergah ve türbesinin ayakta olduğunu gördüm.
Boğazın Çardak karşısındaki Avrupa yakasında Şükür Tepesi vardır. Bu tepede, Şehzade Süleyman'ın Rumeli'ye geçince şükür namazı kılmış ve bu sebepten bu tepeye bu isim verilmiştir. Ve Bolayır'da Şehzade Süleyman'ın kabri vardır.
Efsanede ismi geçen Kırkpınar çayırı bugün, Yunanistan topraklarında, Simovina Köyü yakınındadır. 1913 yılına kadar güreşler burada yapılırdı. 1901 tarihli Edirne Salnamesi'nde, Selim'in Mezarı'ndan ve Kırkpınar Çeşmesi'nden bahsedilmektedir.
Hangi Selim? Kırkpınar'ın doğmasına sebep olan iki alperenden biri olan Selim. Hangi Çeşme? Kırkpınar'ın doğmasına sebep olan iki şehidin gömüldüğü mezar başında, kırk pınardan meydana gelen çeşme. 2002 yılında bütün bunları yerinde görmek kısmet oldu.
Hangi efsane bunlardan daha sağlam temellere, gerçeklere sahiptir. Kırkpınar efsanesi, tarihi ve coğrafi gerçeklerle doğrulanmaktadır. En önemlisi de, bu efsane, yüzlerce yıldır, en güzel gerçek olarak Türk milletinin gönlünde, maşeri vicdanında yer bulmuştur.
Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan Sarı Saltuk, Şehzade Süleyman ve kırk arkadaşı alperendi.
Alperenler kimdir ve alperenlerin kızıl elması Kırkpınar nedir? Alp, kuvvet, cesaret, fedakarlık, dayanıklılıkta ve her türlü silahları kullanmakta eşsiz, geçilmez, yiğit kişi demektir.
CENKTEKİ BÜTÜN ÖZELLİKLER
Eren ise, Allah-ü Teala'ya yakın, nefsi isteklerinden vazgeçmiş, İslam ahlakının en güzeline kavuşmuş, başkalarının huzuru ve ebedi saadeti için yaşayan, her hareketiyle alemlerin efendisi Hazreti Peygamberimize benzemeğe çalışan, evliya, hakiki insan demektir.
Alplik ve erenliğin bir kişide birleşmesiyle alperen denilen, insanlığın zirvesi, gönül ve yüreği kaynaştıran, tarihin yazmağa doyamadığı güneşler doğar.
Onlar, barışta karıncayı ezdiklerinde oturup ağlayan, ancak savaşta düğüne gidercesine ölüme, şehitliğe giden, binlerce kişiye bedel olan yiğitlerdi.
Yağlı güreşte, Batılının hiç tanımadığı, bizlerin de unuttuğu güzelliklerden bahsetmek istiyoruz.
Yağlı güreş için pehlivanlar, er meydanına, Kıbleye karşı durduktan sonra, "Allah Allah" nidaları, dua ve Hazreti Muhammed'e salavatlarla salınır.
Pehlivanlar, niçin bu şekilde er meydanına gönderilir?
Türk askeri, cenge de bu şekilde gönderilir de onun için. Kırkpınar güreşleri, barış zamanında harbe hazırlığı, sahip bulunulan maddi-manevi değerlere sahip çıkmak için, madden ve manen güçlü olmayı sembolize ettiğinden, cenkteki bütün özellikler, yağlı güreşte de vardır. Asker, savaşta, mehter marşlarıyla, yağlı güreşçilerse, davul zurnanın vurduğu kahramanlık türküleriyle coşmaktadırlar.
Türk'ün hayatında, davul-zurna üç yerde çalınır: Düğün, savaş ve güreşte. Savaş, sahip olunan güzelliklerin düşmana karşı savunulmasıdır. Güreş ise, nefis, şeytan ve kötü arkadaşla (çevreyle) savaşa hazırlıktır.
(Yarın: Gerçek pehlivan güle yenilen idi)