30 Haziran Cuma Günü, alperenler meydanı Kırkpınar'da 645. defa davullar vuracak, vuracak ama pek uzaklardan duyulmayacak, çünkü Kırkpınar günlerinde, bütün kulaklar goolll sesine kilitlenmiş, gönüller, top denilen sihirli güzelin cazibesiyle hiç bir şey duyamaz hale gelmiş olacak. Kulaklar her zaman gol sesinde, gönüller her zaman topa tutulmuş ama bu günlerde tutku kara sevda derecesinde, çünkü, bugünlerde 2006 Dünya Futbol Şampiyonası, Almanya'da bütün hızıyla devam ediyor, biz de topla yatıp topla kalkıyoruz, top konuşuyor, top yiyor, top kusuyoruz. Ermeydanına çıka pehlivanlar, bir vatan ediniş destanını, sahip olduğumuz güzelliklerin korunması için maddi ve manevi güçlü olmanın misalleştirilmesini canlandıracaklar ama, ne yaptıklarını, neyi temsil ettiklerini, pehlivanlığın ne manaya geldiğini bilmeden. Bugüne kadar Kırkpınar'ı, (Kırkpınar ve Spor Geleneğimiz, Alperenler Geleneği Kırkpınar, Alperenlerinin Kızlelması Kırkpınar, 700. Yılında Osmanlı ve Kırkpınar, Gerçek Efsane Kırkpınar, Atina Olimpiyatları ve Kırkpınar, Günümüzün Spor Anlayışı ve Kırkpınar, Yesiden Kırkpınar'a, Vatan Ediniş Destanı Kırkpınar) gibi değişik yönleriyle inceledik. Bu sene de Almanya'da devam etmekte olan Dünya Futbol Şampiyonası sebebiyle Kırkpınar'ı, "645. Ermeydanı Kırkpınar ve Dünya Futbol Şampiyonası" başlığı altında incelemek, Kırkpınar ve tarihi spor geleneğimizle futbolu karşılaştırmak istiyoruz. Futbol, bugün, spordan başka her şey; öncelikla para, para, para ve sonra, propaganda, insanları gerçeklerden koparma, sanal, yapay dünyalar üretme vasıtası. Futbol, insanlara yeni putlar, ilahlar üretirken, yağlı güreş, Kırkpınar, gönül ve zihinlerdeki putları kırmaktadır. Vatan ediniş destanı Kırkpınar, Türkoğlu, Avrupa'yı vatan edinirken doğmuştur, Türkoğlunun, Avrupa'yı vatan ediniş destanı, sahip bulunulan güzeliklerin elden çıkmaması için maddi-manevi güçlü olmanın ifadesi, bilek ile gönlü en güzel idealler yolunda kaynaştırmış alperenlerin yadigarıdır. Peşrevle, Türkoğlunun, Türkistan'dan Anadolu'ya Anadolu'dan da Avrupa'ya akışı canlandırılmakta, peşrevle, Türkün sembolleri olan kurdun atılışı, okun uçuşu, atın şahlanışı, kartalın süzülüşü temsil edilmektedir. Şu yeryüzü ermeydanı, Gönül sevmez her meydanı, Yüreksize yorgan düşek, Koç yiğide ver meydanı. Biz, bu vatan edinişin canlandırılması, Kıkpınar'ın yalnızca Edirne'ye sıkıştırılmaması için Yesi'den (Türkistan'dan) Kırpınar'a" projesini teklif etmiştik. Bu projeyle, Yesi'den, Ahmet Yesevi hazretlerinin kabrinden toprak alınacak, daha sonra, Ankara'da-Hacı Bayram'ın, Bektaş'ta-Hacı Bektaş Veli'nin, Söğüt'te-Ertuğrul Gazi'nin, Bursa'dan-Osman Gazi'nin, Çardak'ta-Salcı Baba'nın, Bolayır'da-Sehzade Süleyman'nın, Keşan'da-Paşayiğit'in, Babaeski'de-Sarı Saltuk'un kabirlerinden alınan topraklar, Kırkpınar'ın başlangıç gününde, Kırkpınar ermeydanına serpilecekti. Gelibolu'nun fetih gününde, alınan topraklarla birlikte Rumeli'ye geçiş canlandırılacaktı. Yağlı Güreş Federasyonu tarafından kutlama programına alınan bu proje, federasyonun lağvedilmesiyle, hayata geçememişti. Bu sene bunu, Trakya Üniversitesi'ni Kırkpınar Sempozyumu'nda tebliğ olarak sunduk. Bazıları, Kırkpınar'ın doğuşunu ve tarihçesini yalnızca efsaneden ibaret diyerek küçümsüyorlar. Doğru, Kırkpınar bir efsane, ancak nasıl bir efsane. Eğer, tarihçiden, etnografyacıdan, edebiyatçıya ve folklorcüye bilim adamlarını bir araya getirsek ve onların senelerce çalışmalarını isteyerek, bir Kırkpınar Efsanesi sipariş etseydik, bu kadar mükemmel ve tarihi, coğrafi gerçeklerle bu kadar uyuşan, Türk milli vicdanına bu kadar yakışan bir Kırkpınar efsanesi düşünemezlerdi. Kırkpınar doğar Kırkpınar efsanesi, tarihi ve coğrafi gerçeklerle tamamen uyum içinde ve tarihi gerçeğin, binlerce yılda oluşan milli vicdanda yoğrulmasıyla doğan bir efsanedir. Efsanenin doğmasına vesile olan tarihi şahsiyetlere ve efsanenin geçtiği zaman dilimine bakalım. Efsanenin doğmasına vesile olan Şehzade Süleyman ve silah arkadaşları alperenlerin ve efsanenin yaşandığı tarih konusunda hiçbir ihtilaf yoktur. Efsaneye kısaca göz atalım. 1354 yılında, Şehzade Süleyman ve arkadaşları sal ile Rumeli'ye (Avrupa'ya) geçmişler. Fetihlerde buluna bulana bugün Yuninastan topraklarında kalan Ortaköy'e bağlı ve Arda boyunda yer alan Simovina civarına geldiklerinde, daha önce yenişemiyen Ali ile Selim ismindeki iki alperen tekrar güreş tutarlar. Güreş esansında vefat ederler. Güreşmekten maksatları, savaşa hazırlık olduğu için arkadaşları tarafından şehit kabul edilirler ve vefat ettikleri yere defnedilirler. İki alperenin üstünlüklerini ispatlamak için güreşirken öldüklerini söylemek, onların birbirlerinin katili kabul etmektir. Arkadaşları fetihten döndüklerinde, Ali ile Selimi'in mezarları başında kırk pınarın doğduğunu görürler. Buraya Kırklar Pınarı derler. 1361 yılında Edirne'nin fethedilmesinden sonra burada Ali Selim'in hatırasına güreşler yapılmağa başlanır ve bu şekilde Kırkpınar doğar. Efsanenin geçtiği coğrafyaya ve efsanede ismi geçenlere bir göz atalım. Bu mekanları, bizzat gezerek, coğrafi ve tarihi hakikatler ile efsanin nasıl koyun koyuna olduğunu tespit ettim. Çanakkale-Lapseki-Çardak'ta Salbaş mevkii vardır. Burası Şehzade Süleyman'ın Rumeli'ye geçtiği salların besmeleyle inşa edildiği yerdir. Ve burada, salları inşa eden salcıların piri Salcı Baba'nın kabri vardır, bu kabir, bugün hemen hemen yok olmak üzeredir. Salcı Baba'nın kabrinin bulunduğu Salbaş mevkiini, Çanakkale Boğazı'nın Avrupa yakasına doğru bir yol uzanmakta ve bunun ucunda hilal şeklinde bir adacık vardır. Hilal şeklinde kara Bu yol, Deli Kızıl Sultan'ın kum saçarak meydana getirdiği yoldur, bu yol bugün de, Çardak'tan Çanakkale Boğazı'nın içine doğru uzanmaktadır. Deli Kızıl Sultan kimdir ve bu yol nasıl meydana gelmiştir? Kısacak göz atalım: Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan Şehzade Süleyman ve kırk alperen arkadaşı, Rumeli'ne geçmek üzere sala binerlerken, o yörede Deli Kızıl Sultan diye bilinen meczup kişi gelir ve kendisini de sala almalarını isterler. Kabul etmeyip yola devam ederler. Bir müddet sonra duydukları gürültüyle dönerler. Bir de bakarlar ki, Deli Kızıl Sultan, kucağına kum doldurmuş, kumları saçıyor, kumları saçtığında kara ilerliyor. Meczubu sala almazlarsa, Boğazın kapanacağından endişe ederler, "Gel bre deli, sen sala alınmayı hak ettin" derler. Bunu duyan meczup, sevinçle kucağında kalan kumları saçar, hilal şeklinde bir kara meydana gelir. Deli Kızıl Sultan'ın saçtığı kabul edilen kumlar, şifalı kabul edilmekte ve bu sebeple Osmanlılar zamanından beri her yıl, bu kumlarda 26 Ağustos'da Kum Günü yapılmakta, yağlı güreşler organize edilmektedir. Çardak ve Bolayır'daki Kırkpınar'ın efsanevi izlerini defalarca ziyaret edip yerinde gördüm. Efsanenin çoğrafya ve tarihle nasıl koyun koyuna olduğuna şahit oldum.