Kırkpınar Sarı Saltuk hatırasıdır

A -
A +

Prof.Dr.Ömer Lütfü Barkan, "Kolenizatör Türk Dervişleri" kitabında, Deli Kızıl Sultan'ın Yunanistan'ın Dimetoka şehrinde türbe ve dergahının bulunduğunu yazmaktadır. 31 Ağustos 2002 Cumartesi günü Dimetoka'ya yaptığım ilk Kırkpınar'ın yerini bulma seyahatimde, Deli Kızıl Sultan'ın Sofular'a bağlı Ruşanlar ve Babalar köyü arasındaki türbe ve dergahına ulaştım. Hem türbe, hem de dergah ayakta. Dimetoka'nın hemen yanından akan çayın ismi de Deli Kızıl Sultan Deresi. Böylelikle Kırkpınar efsanesinde ismi geçen Deli Kızıl Sultan'ın tarihi bir şahsiyet olduğu meydana çıktı. Çanakkale Boğazı'nın Anadolu tarafından bulunan Çardak kasabasının tam karşısında, Avrupa yakasında Şükür Tepesi vardır. Bu tepede, Şehzade Süleyman, Rumeli'ye geçince şükür namazı kılmış ve bu sebepten bu tepeye bu isim verilmiştir. Şükür Tepesi'nin hemen yanında Bolayır bulunmaktadır. Burada Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan yiğitlerin komutanı Şehzade Süleyman'ın kabri var. Efsanede ismi geçen Kırkpınar çayırının, bugün Yunanistan topraklarında kalan ve Edirne'ye Pazarkule üzerinden 30 kilometre uzaklıktaki Simovina ve Sarı Hızır köyleri arasında olduğu 1901 tarihli Edirne Salnamesi'nde yazılıdır. 1912 yılına kadar güreşler burada yapıldı. Ancak 1912 yılında buranın Bulgaristan sınırları içinde kalmasıyla, bu mübarek toprak Türk oğluna elveda dedi. Kırkpınar'ın doğduğu yerde Ve bu tarihten sonra bir daha burada Kırkpınar güreşleri yapılamadı. 1901 tarihli Edirne Salnamesi'nde, Selim'in mezarından ve Kırkpınar çeşmesinden bahsedilmektedir. Hangi Selim Kırpınar'ın doğmasına sebep olan iki alperenden biri olan Selim? Hangi çeşme, Kırkpınar'ın doğmasına sebep olan iki şehidin gömüldüğü mezar başında, kırk pınardan meydana gelen çeşme? Kırkpınar güreşlerinin bugün yapıldığı Edirne Sarayiçi'nin asıl Kırkpınar olmadığı, asıl Kırkpınar'ın, kutsal mekanın, daha sonra iki alperenin hatırasına güreşlerin yapıldığı yerin, Yunanistan topraklarında kaldığını öğrenince, gönlüme bir ateş düşmüş, Kırkpınar'ın asıl mekanını görebilmek için dua etmiştim. Gün gelip de burasını göreceğimi rüyamda görsem inanmazdım. Ve vize alarak 1 Eylül 2002 Pazar günü Batı Trakya'ya koştum. 1901 tarihli Edirne Salnamesi'nde, Edirne'yi Pazarkule üzerinden Yunanistan'ın Ortaköy (Keramos) kasabasına bağlayan şosenin hemen yanında,Simovina (Ammovounon) ile Sarı Hızır (Kiprinos) arasında olduğu yazılıydı. Bu iki köy Pazarkule gümrük kapısına 10 ve 12 kilometre uzaklıktaydı. Batı Trakyalılar bu iki köyde Türk kalmadığını ve bu iki köye yakın Sadırlı Köyü'nde (Plati) tek bir Türk hanesinin bulunduğunu söylediler. Bu köyde Ahmet amcayı bulduk. Ahmet amca ile birlikte 10 kilometre sonra tarif edilen yere ulaşmıştım. Tam tarif edildiği gibiydi, Güney kısmı, tribün gibi hafifçe yüksekti, güneybatı istikametinde, Kırkpınar deresi vardı, kuzeyde ise Arda nehri akıyordu. Kırkpınar çeşmesi kaybolmuş, ancak suyu akmağa devam ediyordu. Ahmet amca yakın zamana kadar Selim'in mezarının da durduğunu ve Yunanlılar tarafından da ziyaret edildiğini söyledi. Burada şehit olanlar ve güreşenler için fatihalar okudum, binbir korku ile fotoğraf çektim. İşte bir rüya gerçek olmuş, iki yiğidin güreşirken şehit olduğu, Kırkpınar'ın fışkırdığı, Osmanlı yiğitlerinin 550 yıl boyunca, yiğitliğin, mertliğin, gücün en anlamlısını göstererek, Türkoğlu'nun Avrupa'yı vatan edinme mücadelesini canlandırdıkları ve 91 yıldır pehlivanlara hasret kutsal meydanı görmüştüm. Göz yaşlarımı tutamadım. Gerçek efsane Hangi efsane bunlardan daha sağlam temellere, gerçeklere sahiptir. Kırkpınar efsanesi, yazımızın başından beri anlattığımız tarihi ve coğrafi gerçeklerle doğrulanmaktadır. Çardak'ta Salbaş mevkii, Salcı Baba'nın mezarı ve kum yolu, Bolayır'da, Şükür Tepesi ve Şehzade Süleyman'ın kabri, Dimetoka'da Deli Kızıl Sultan'ın türbesi, Simovina ve Sarı Hızır arasındaki Kırkpınar meydanı, Kırkpınar Deresi, Selim'in mezarı, Kırkpınar efsanesinin "GERÇEK EFSANE" olduğunun inkar edilmez delilleridir. Her ne kadar bugün, Kırkpınar'ın 1361yılında başladığı kabul edilse de, Kırkpınar'ın ilk doğuşu Sarı Saltuk'ladır. Sarı Saltuk kimdir? Sarı Saltuk, Türk insanına Anadolu'yu ve Avrupa'yı hedef gösteren Türkistan'ın büyük evliyası Ahmet Yesevi Hazretleri'nin talebesinin talebesi bir alperendir. Hocasının işaretiyle Türkoğlu'na Avrupa'yı vatan kılmak üzere, arkadaşlarıyla birlikte Anadolu'ya gelir. Burada Peygamber efendimizi rüyasında görür. Peygamber efendimiz, rüyada Sarı Saltuk'a, "Edirne'yi fethet. Bu diyar, darünnasırdır (yardım diyarıdır), burasını küffar elinde komayın. Burası dünyanın merkezidir. Buradan çıkılarak yapılan seferlerde fetih müyesser olur" der. Tarih 1263 idi. Yani Orhan Gazi'nin oğlu Şehzade Süleyman'ın Rumeli'ye geçişinden 91 yıl önce, Sarı Saltuk ve arkadaşları Rumeli'ne geçtiler. Yollarına devam ederek, Edirne'ye geldiler ve 1264 yılında Edirne'yi fethettiler. Edirne'nin fethiyle birlikte burada Kırkpınar güreşlerini başlattılar. Edirne'yi terk ettikleri 1304 yılına kadar Kırkpınar güreşlerine devam ettiler. Evliya Çelebi, Seyahatnâmesi'nde, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Kırım, Makedonya, Kosova, Bosna ve Polonya'da, Kırkpınar'ın ilk kurucusu Sarı Saltuk'un makam ve türbelerinin bulunduğunu yazmaktadır. Bugün, Türkiye'de İstanbul Rumeli Feneri, Babaeski, İznik, Niğde-Bor ve Diyarbakır'da Sarı Saltuk'un kabri vardır. Sarı Saltuk'un asıl kabri, Romanya-Dobruca'daki Babadağ şehrindedir. Kabir bugün ayaktadır, ancak harabe vaziyetindedir. Galibiyette mağlubiyeti arayanlar Evet, Kırkpınar'ın ilk kurucusu Sarı Saltuk böyle bir kimse, alperendi. Şimdi, Kırkpınar'ın her iki doğuşuna da vesile olan alperenler kimlerdir, buna bir göz atalım. Alp, kuvvet, cesaret, fedakârlık, dayanıklılıkta ve her türlü silahları kullanmakta eşsiz, geçilmez, yiğit kişi demektir. Eren ise, Allahü tealaya yakın, nefsi isteklerinden vazgeçmiş, İslam ahlakının en güzeline kavuşmuş, başkalarının huzuru ve ebedi saadeti için yaşayan, her hareketiyle alemlerin efendisi Hazreti Peygamberimize benzemeğe çalışan, evliya, hakiki insan demektir. Alplik ve erenliğin bir kişide birleşmesiyle alperen denilen, insanlığın zirvesi, gönül ve yüreği kaynaştıran, madde ile manayı birleştiren, tarihin yazmağa doyamadığı güneşler doğar. Onlar, barışta karıncayı ezdiklerinde oturup ağlayan, ancak savaşta düğüne gidercesine ölüme, şehitliğe giden, binlerce kişiye bedel olan yiğitlerdi. Alperenler, galibiyette mağlubiyeti, nefsin yenilgisini arayan, galip gelince havalara sıçramayıp, buğday başağı gibi, nimet, güç, kuvvet, akıl, zeka, tecrübe, mal, evlat ve de galibiyet çoğaldıkça, "Bütün bu nimetlere nasıl şükrederim?" endişesiyle boyun büken, nefsinin mağlubiyetini arayan örnek, gerçek insanlardı. > Devamı Var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.