Yusuf ve arkadaşları, Türk güreşçilerine gösterilen büyük ilgi sebebiyle 1895'in Haziran sonlarına kadar Paris'te kaldılar. Güreşler yaptılar, ama kendi aralarında. Özellikle de Yusuf'un karşısına çıkacak Avrupalı güreşçi bulunamıyordu. Seyirciler de Yusuf'u seyretmek için geliyorlardı. Bu durumda, Yusuf, hemşehrisi Filiz Nurullah ile güreşmek zorunda kalıyor, Fransızlar, Yusuf'un bu devi her defasında başka bir oyun ile yenişini büyük bir hayranlık içinde seyrediyorlardı. Fransızlar, artık Yusuf'un arkadaşlarıyla yaptığı güreşlere ilgi göstermez olunca, Bulgar Petrov ve yeni Fransız menecerin organize etmesiyle Paris dışında güreş kovalamağa çıktılar. Türk güreşçileri, gittikleri her yerde, milli giysileriyle daha da heybetlenen iri yapılarıyla başka dünyalardan gelen insanlar gibi büyük bir ilgiyle karşılanıyorlar, gerek sokakta gezerken, gerekse de minderde seyretmek için halk birbirlerini çiğniyordu. Onların hile hurda bilmeden mertçe yaptıkları güreşler, efsane gibi söyleniyor, geçtikleri yerlerde pehlivanım diye geçinenler, boylarının ölçüleri tam alındıktan sonra iki seksen mindere uzanıyorlar, güreş sonrası günlerce kendilerine gelemiyorlardı. Kaderin cilvesi, Pons ile Yusuf'un yolları Belçika'nın Liege şehrinde kesişti. Karşısında Yusuf'u gören Pons, minderden kaçtı, ancak vaat edilen yüksek para karşılığı tekrar mindere döndü, güreş başladıktan sonra ilk yarım saati kaçmakla geçirdi, Yusuf'a yakalandıktan sonra da daha Yusuf, bir şey yapmadan korkunç bir feryat kopararak kendini yere attı ve sakatlandığını ileri sürerek güreşe devam etmedi. Belçika'dan tekrar Fransa'ya dönen Yusuf ve arkadaşlarının yolları, Fransız üzümlerinin gönülleri aldığı, ağızlara nice bir tat bıraktığı eylül ayında, Fransa'nın sahil şehri Marsilya'ya düştü. Defalarca İstanbul'a gidip gelen, Türk pehlivanlarının yemeğe düşkünlüğünü bilen Fransız tüccarı, bir akşam yemeğinde pehlivanlarımıza ziyafet vermeyi teklif etti. Doublier'in ziyafetinde, bilmeden kendisine domuz eti yedirilen ve hayatının en üzünütülü günlerini yaşayan, katil olmaktan son anda kurtulan Yusuf, bu teklife tereddütsüz hayır dedi. Ancak, Marsilyalı tüccar, Türkler'i çok sevdiğini, İstanbul'a gidince Abdülhamid Han'la görüştüğünü söyleyerek, çok ısrar edince Yusuf da yemekte domuz eti olmaması, yemekler yapılırken Filiz Nurullah'ın bulunması şartıyla kabul etti. Fransız zengin, bizimkilerin hangi yemekleri istediğini, tek tek öğrendi. Bizimkiler en çok kuzu etini, üzüm hoşafını ve ayranı özlemişlerdi. Pehlivan başına birer kuzu çevrilmesi söylendi. İki ayrı kazan ağızlarına kadar hoşaf ve ayran ile doldurulacaktı. Fransız zengin duyduklarına inanamıyordu. Bu istekleri, Türkler'in aç gözlülüğüne verdi, sipariş edilenlerin üçte birinin dahi yenileceğine inanmıyordu. Ama yine de bütün siparişleri hazır etti. Akşam yemeğinden sonra, otelin bahçesine mükemmel bir sofra kurulmuş, kuzu ve ayran hazır edilmişti. Bizimkiler, Koca Yusuf'un işaretiyle "Ya Allah bismillah" diyerek nar gibi kızarmış kuzulara hücuma geçtiler. Daha bismillah derken kaşla göz arasında ilk kuzuyu bitirdiklerinde ayran diye naralandılar. Garsonlar, cam bardak içinde ayranı getirdiler. Bardak içinde gelen ayranları görünce Filiz Nurullah çok şaşırdı ve kızdı, bardaktaki ayranı, getiren garsonun başından aşağı döktü. * Devamı var