Ahmet, dertli dertli başını salladı: -Ah be Fırtına. Dert bir değil ki. Hangi şartlarda nasıl güleştiğimi bir bilseler. Neyse, fotoğraf mı çekeceksin ne yapacaksın. Elhamdülillah yemeğini yedik. Yüce Mevlam, Cennet nimetlerine çevirsin. Fırtına Selim, "Afiyet olsun Ahmet agam." diyerek sofradan kalktı, çalışma masasına gitti. Masanın gözünden bir zarf çıkardı ve muzipçe gülerek Kara Ahmet'e verdi: -Te be Ahmet Pelvan. Sana bir mektup var. Napoli'den postaya verilmiş. Önce bunu verelim de sonra diğer işlere bakarız. Ahmet, mektup deyince elinde olmadan heyecanlandı, Napoli'den postaya verilmiş bilgisiyle ümitleri söndü. Zarfı aldı, gönderen yazmıyordu. Aceleyle açtı, içinden çıkan pembe mektup, Ahmet'in eline değer değmez, bütün vücudunu, bir heyecan dalgası kapladı.. Arayan gözler, hızla mektubun sonundaki imza kısmına gitti. Evet ondandı. Mektubun sonunda Benoit imzası vardı. Ahmet, hemen mektubu okumak için yandı. Mektup Fransızca'ydı. Ahmet, acaba ümidiyle bir mektuba bir de Fırtına Selim'e baktı. Fırtına, bir gönül meselesiyle karşı karşıya kaldığını fark etmişti. Anlamamış gibi yaptı: -Ahmet Pehlivan. Mektup, yabancı dille galiba. Benim Fransızcam vardır. İstersen okurum. Sır tutmasını da severim. Ahmet, akıl ve gönüllerindeki dillendiren Fırtına Selim'e sevgiyle baktı: -Bre Fırtına. Yalnızca gazetecilikte değil, gönül almada, derdi anlamada da fırtınaymışsın. Mektup Fransızca...Sana zahmet olmazsa, okursan çok dua ederiz. Sırrımızı sırrın bileceğinden zerre şüphemiz yoktur. Kara Ahmet, bir kelebiği uzatır gibi mektubu Fırtına'ya verdi. Ve mektup okundu: "Sevgili Karamel, Nasılsın? Ben hiç iyi değilim. Ayrılığın, beni yiyip bitiriyor. Berlin'deki karşılaşmamızda tam manasıyla şok oldum. Brandenburg kapısı üzerindeki kuvvetli atların çektiği arabaya bakarak, "Şu atlar beni Karamel'e götürse" diye dua ediyordum. Daha bunlar aklımdan geçer geçmez, seninle çarpıştım. İnanılmaz bir şeydi. Bu karşılaşmanın şokundan sıyrılamadan, sana doyasıya bakamadan, seninle tek bir kelime konuşamadan yanımdaki muhafızlar beni kaçırdılar. Günlerce bir şey yemedim. Sırdaşım olan teyzem, "Yemezsen, sevdiceğine nasıl kavuşursun" deyince ona hak verdim, sana kavuşmak için yemeli, ayakta kalmalıydım. Sana kavuşmamam için o şehirden bu şehre, o memleketten bu memlekete koşturulup duruyorum. Bu mektubu sana Napoli'den atıyorum. Beni çok seven teyzem postaya verecek. Paris'te güreşlerini izleyen Sabah gazetesinin adresine gönderiyorum. İnşallah eline ulaşır. Bizi Berlin'de buluşturanın bu mektubu da sana ulaştıracağına inanıyorum. Müslümanlıkla ilgili ne bulursam okuyorum. Babam, bir Müslümanla evlenmeme mani olmak isterken, tam tersi benim Müslümanları sevmeme, Müslümanlığı tanımama sebep oldu. Bu gidişle Müslüman olmam yakındır. Senin yanında Müslüman olmak istiyorum. Ne olur, Avrupa'da olan güreşleri kaçırma. Ben de bir bahaneyle güreş olan şehirlere gelmeğe çalışıyorum, sana rastlarım ümidiyle. Sizin inandığınız ve benim de inanmak üzere olduğum Allah'ın bizi kavuşturması için dua ediyorum. Hoşça kal. Daima senin Benoit." Fırtına Selim mektubu okumayı bitirdi, satırların yakıcılığı, satırlardaki gizli hasret, kavuşma isteği onu da yakmıştı. Kara Ahmet'e baktı. Gözlerine inanamadı. Ağlıyordu... > DEVAMI VAR