Komşu olmak istiyordu

A -
A +

Zaman zaman göğsündeki sancı, dayanılmaz hale gelen Ahmet, hemen hemen güreşi bıraktı. Sık sık ayakları da şişiyordu. Ahmet, artık güreşmiyordu. Ama, Hikmet dedenin, "Kızılelmayı paylaşacağın güzele güreş peşinde koşarken kavuşacaksın" vasiyetine uyabilmek için, güreşlere gidiyor, rahatsızlığını söyleyerek güreşmiyor, "Dostlarla birlikte olmak için buralara geldim." diyordu. Halk da, onun güreşmemesine üzülse de, Avrupa'yı titreten, cihan şampiyonu olan bir pehlivanı aralarında görmeğe seviniyorlardı. Ahmet, güreşmemesine rağmen, yine de elinden geldiğince idmanları eksik etmiyordu. Osmanlı mülkündeki güreşlerde güreşmiyordu. Ama Avrupa'dan güreş teklifi gelirse güreşmemek edemezdi, Benoit'e, gönül çiçeğine kavuşabilmek için. Ahmet, Viyana'yı gördükten ve orasını gezdikten sonra İstanbul'a kara sevda derecesinde bağlanmıştı. Türk milletinin ayakta kalması için, İstanbul'un, maddi-manevi değerleriyle ayakta kalması, bir taşının, en ufak bir hatırasının dahi kaybolmaması gerektiğine inanıyordu. Bunun için de fırsat buldukça İstanbul'u geziyor, İstanbul'u tanımağa çalışıyordu. Gezdikçe, gördükçe, tanıdıkça İstanbul'a daha çok bağlanıyordu. Kara Ahmet, İstanbul'u çok seviyordu, ama, İstanbul içinde bir yer vardi ki oraya sevgisi bir başkaydı. Bu semte ismini vereni kendisine çok yakın hissediyordu. Bu semtte toprak altında olanlar da toprak üstündekiler de çok sevdikleriydi. Hayattaki kişilerden en çok sevdiği İbrahim Pehlivan ile oğlu Sait efendi burada yaşıyorlardı. Ama en önemlisi, iki cihanın efendisi Hazreti Muhammed'in bayraktarı Eba Eyüp El-Ensari hazretlerini bağrında saklıyordu bu belde. Türk milleti, Eyüp Sultan diyerek bu mübarek sahabeyi gönüllerinin en güllerle dolu köşesine oturtmuşlardı. İşte bunun için çok seviyordu Kara Ahmet, Eyüp semtini. Eyüp Sultan hazretleri de, kendisi gibi kızılelma peşinde koşmuş, kızılelmaya kavuşmak için ihtiyar yaşında İstanbul önlerine gelmişti. Bir konuşmalarında Sait efendiye, "Sait agam. Kim önce gider kim sonra, Rabbim bilir. Ama senden önce ölürsem ne olur beni Eyüp Sultan'a, o gönüller sultanının yakınına defnedin. Caminin arkasında Kaşgari Dergahı'na çıkan bir patika var. Patikanın başlangıcında, sol taraf boş mevcut. Gönlüm orasını çeker. Ne olur, senden önce vefat edersem beni oraya gömün." demişti. Ahmet'in bu sözlerinden Sait efendi rahatsız olmuş, "Dur bre Ahmet, ölümden söz etmek için çok gençsin" diye tepki gösterince, Ahmet, dalgın gözlerle, "Sait agam. Nedendir bilinmez. Son zamanlarda kendimi buralarda yolcu gibi görür oldum." cevabını vermişti. Ahmet, bir seneye yakın zamandır İstanbul'dan ayrılmamıştı. İşte şimdi 1902 yılının Ocak ayının ilk gününde, Cağaloğlu yokuşunu tırmanıyordu. Yolu, Sabah Gazetesi'neydi. Sık sık buraya uğruyordu. Acaba bir haber, bir mektup var mı diye. Hemen hemen her hafta geliyordu, cuma günleri. Cuma'yı Eyüp Sultan Camisi'nde kıldıktan sonra, kayığa atlayıp, çek kürekleri Sirkeci'ye doğru diyordu. Bir sene önce Napoli'den gelen mektuptan sonra Benoit'ten hiçbir haber alamamıştı. Avrupa'dan güreş teklifi de gelmemişti. Ahmet, bu arada Eyüp Sultan'da bahçe içinde küçük bir evceğiz almak için çalışıyordu. Ahmet, Sabah Matbaası'nda Fırtına Selim'i bulamadı. Ama adına gelmiş bir telgraf buldu. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.