Mehmet hemen koşturdu

A -
A +

Küçük Mehmet, var gücüyle Yusuf'a bağırıyordu: -Sen nasıl pelvansın ba. Bir de pelvanım diye geçinirsin? Pelvan kişi, görünüşe, boya posa bakarak hüküm verir mi? Hem kendin Yörük Ali de ufak tefekti diyorsun hem beni küçük görüyorsun. Yakıştırmadım sana. Boyuma, posuma bakarak pelvanlığım hakkında nasıl karar veriyorsun. Benimle güreş tutmadan, güreşimi seyretmeden pehlivanlığımı nasıl ölçtün. Yüreğin yetiyorsa gel de güreşelim. Yusuf, Mehmet'in sözleri karşısında donup kaldı. Haklıydı Mehmet, hem de bütün söylediklerinde. Böyle bir hataya, nasıl düşmüştü, Yusuf'un aklı almıyordu. Demek ki Kırkpınar'da birinci olmak, onu daha alçak gönüllü yapacak yerde kibirli olmasına sebep vermişti. Bu düşünceler içindeki Yusuf, öyle utandı, öyle pişmanlık hissetti ki anlatılır değil. Mehmet'i omuzlarından tuttu. Mehmet'in sözleriyle şaşıran baba telaşlandı: -Yusuf, Mehmet'in kusuruna bakma. Güreşe kara sevdalıdır. Çok üzüldüğü için büle konuştu. Yoksa, sana saygısızlık yapmak istemedi. Yusuf, acı acı gülümsedi: -Te be asıl siz kusura bakmayın, hakkınızı helal edin. Saygısızlığı Mehmet değil ben yaptım, insana değer vermedim, iki gönlün kırılmasına sebep oldum Tam bir kapçık ağızlı gibi konuştum. Mehmet çok doğru söyledi, bana hayatımın en ibretli dersini verdi. Mehmet'i çok sevdim, pehlivanlığından önce onu, cesareti, doğru sözlülüğü, yiğitliği sebebiyle bir kardeş olarak kabul ettim. Yusuf, "Hay bre Mehmedim Yüce Mevlam senden razı olsun. Beni, insanı helake, dünya ve Ahırette perişanlığa götüren kendini beğenme, kibir hastalığının içine batmaktan kurtardın. Bu hastalığa bulaştık ama, hiç olmazsa iyice batmadık, sayende kusurumuzu gördük, inşallah tamamen kurtuluruz. Tamam bre seninle güreşiyorum, yalnız senden bir ricam var, ne olur, sana büle davrandığım için kızgınlıkla beni sakatlama. Gel seni şüle sağlamca bir kucaklayayım" diyerek hüngür hüngür ağlayan Mehmet'i, hiç Kırkpınar başpehlivanı ağlar mı diye düşünmeden, gözyaşlarını saklama ihtiyacını hissetmeden, asıl pehlivanlar ağlamalı diye düşünerek kucakladı, yiğit evladın yavru bir kuş gibi inip çıkan göğsünü, o göğsün içinde, dünyalara bedel bir cesur yüreğin çırpınışını, o yüreği mesken edinmiş, alperenlerin yoluna baş koymak dileğindeki bir gönlün sıcaklığını hissetti. Hasan Ağa, Yusuf'un sözleri, bu mertçe davranışı karşısında kendinden geçti. Gözyaşlarını iyice bıraktı. Filiz de hayatında belki bir daha yaşayamıyacağı bu cesaret ve mertlik sahnesi karşısında burnunu çeke çeke ağlıyordu. Yusuf, Mehmet'in sırtına şaplağı patlattı: -Mehmedim, kispetini yanında getirmişsindir herhalde. Getirmedim de de, hemen derini kispet yapayım. Filiz sen de evden benim kispeti getir. Bugün işimiz zor. Bu Mehmet, Aliço'dan daha fazla bizi zorlayacak gibi. Filiz eve doğru koştu, Mehmet de kispetini giymek için ahıla. Bacakların bazısı, gönül ve yüreklerin yönlendirilmesiyle sağa sola koşar, bazısı yerinde dururken, mis gibi bir koku bu ermeydanında bana da yer yok mu dedi. Mis gibi bazlama kokusu ortalığı kaplamıştı. Baktılar, elindeki küçük bir tepsi içinde bazlama getiren Yusuf'un annesi Ayşe hanımı gördüler. Ancak Ayşe hanımın gözü ve gönlü, zenbilden kispetini çıkarmağa çalışan küçük Mehmet'teydi. Gözünü bir türlü ondan alamıyordu. Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.