Milli Takımımızla niçin sevindiler?
30 Haziran 2008 01:00
MİLLİ TAKIM HEYECANINDAN MAHALLİ VE MANEVİ HEYECANA KIRKPINAR -1-
Yeryüzünü er meydanı bilenlerin, alperenlerin hatırasını yaşatan Kırkpınar 4 Temmuz'da başlayacak. 4 Temmuz (1898) "Türk gibi güçlü ve mert" sözünü Avrupa ve Amerika'ya ezberleten Koca Yusuf'un Atlas Okyanus'un sularında ebedi aleme göç ettiği tarihtir.
Avrupa Şampiyonası finallerine katılan Milli Takımımızın başarısı, yalnızca Türkiye'de değil, Türklerin, Müslümanların ve bütün mazlumların bulunduğu diyarda sevinçle karşılandı.
Her sene Kırkpınar'a farklı bir açıdan baktık. Bu sene de Kırkpınar'ı Koca Yusuf ve Milli Takımımızın hatırlattıkları açısından incelemek istiyoruz. Bütün Türkler, bütün Müslümanlar ve bütün mazlumlar Milli Takımımızın başarısı karşısında niçin bizimle birlikte sevindiler. Niçin olacak, Milli Takımımızın şahsında, zulme dur diyen, mazlumun yardımına koşan, sahip oldukları nimetleri Hakk'ın emaneti bilen alperenleri, Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan akıncıları gördüler. Mazlumlar, Alişlerini Kırkpınar'ın temsil ettiği manaya sahip çıkacak alperenleri bekliyor.
Kırkpınar'ın ne olduğunu anlamak için, doğduğu zamana, mekana, doğmasına sebep olan insanlara ve hadiselere bakmak lazımdır.
Doğduğu zaman; Osmanlı'nın Avrupa'yı bir daha çıkmamak üzere vatan tuttuğu zaman, doğduğu mekan, Osmanlı'nın o günkü serhat boyu, doğmasına sebep olanlarsa, gönül ile yüreği, güç ile bilgiyi kardeş kılan alperenlerdi.
Osmanlı hatırası Kırkpınar'ı anlatmaya nasıl doğduğuyla başlayalım.
GERÇEK EFSANE KIRKPINAR
Kırkpınar'ın doğuşuyla ilgili bilgiler efsanedir. Ancak öyle bir efsanedir ki, tarih ve coğrafyayla, Türkoğlu'nun karakteriyle yüzde yüz uyuşan, gerçekle bu kadar iç içe olan başka bir efsane yoktur.
Kırkpınar'ın ilk doğuşu Sarı Saltuk'ladır. Sarı Saltuk kimdir? Sarı Saltuk, Türk insanına Anadolu'yu ve Avrupa'yı hedef gösteren Türkistan'ın büyük evliyası Ahmet Yesevi Hazretlerinin talebesinin, talebesi bir alperendir.
Hocasının işaretiyle Türk oğluna Avrupa'yı vatan kılmak üzere, arkadaşlarıyla birlikte Anadolu'ya gelir. Burada Peygamber Efendimizi rüyasında görür. Peygamber Efendimiz, rüyada Sarı Saltuk'a, "Edirne'yi fethet. Bu diyar, darünnasırdır (yardım diyarıdır), burasını küffar elinde komayın" der. Bu işaret üzerine Sarı Saltuk ve beraberindekiler Çanakkale Boğazı'na ulaşırlar. Ve Trakya'ya, (Rumeli'ne, Avrupa'ya) ayak basarlar. Tarihi 1263 idi. Yani Orhan Gazi'nin oğlu Şehzade Süleyman'ın Rumeli'ye geçişinden 91 yıl önce, Sarı Saltuk ve arkadaşları Rumeli'ne geçtiler. Yollarına devam ederek, Edirne'ye geldiler ve 1264 yılında Edirne'yi fethettiler. Edirne'nin fethiyle birlikte burada Kırkpınar güreşlerini başlattılar. Edirne'yi terk ettikleri 1304 yılına kadar Kırkpınar güreşlerine devam ettiler.
Demek ki, Kırkpınar'ın asıl başlangıç tarihi, bugün kabul edilen başlangıç tarihinden 98 yıl öncedir. Sarı Saltuk, kendisi bir cihan pehlivanıydı, dünya şampiyonuydu.
Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Şehzade Cem'in Edirne Valiliği sırasında Ebul Hayr-i Rumi'ye Sarı Saltuk'un hayatını anlatan Saltukname isimli kitap hazırlatır
Sarı Saltuk'un asıl kabri, Romanya-Dobruca'daki Babadağ şehrindedir. Kabir bugün ayaktadır, Türkiye tarafından tamir ettirilmiştir.
Sarı Saltuk, ölüm döşeğinde talebelerine; "Evlatlarım, ben öldüğümde yedi tane tabut hazırlayın. Yedi millet, benim kendilerinden olduğumu söyleyerek cesedimi isterler, her isteyene verirsiniz" diye vasiyet eder.
Hakikaten de, Sarı Saltuk öldüğünde yedi millet gelir, kendilerine yedi tabut verilir. Her tabutun içinde Sarı Saltuk'un cesedi vardır.
Sarı Saltuk'un bizim bildiğimiz kabirleri; Romanya-Babadağ, Bulgaristan Varna-Kaligra, Bosna-Blagay, Kosova-Prizren, Kırklareli-Babaeski, İznik, İstanbul-Rumeli Feneri, Niğde Bor ve Tokat Sarı Saltuk Köyü'ndedir. Ayrıca sayısız yerde de makamı vardır.
KIRK PINAR DOĞAR
Gelelim Kırkpınar'ın Osmanlı zamanında doğuşuna. 1350'li yıllardı. Osmanlı'ya Anadolu dar geliyor, yeni ufuklar, Boğazı geçip Avrupa'ya kanat açmak için çırpınıyordu. Orhan Gazi oğlu Şehzade Süleyman'ı Avrupa'ya (Rumeli'ne) geçmekle görevlendirdi. Mevlana sevdalısı genç şehzade, kırk alperen arkadaşıyla, Çanakkale Boğazı'nın Anadolu yakasındaki Çardak kasabasına geldi.
Bir mübarek gecede Salcı Baba'nın yaptığı sala bindiler. Deli Kızıl Sultan isimli bir meczup kendisini de almalarını ister. Kabul etmezler. Yola çıkarlar. Gürültü üzerine döner bakarlar ki Deli, kucağını kumla doldurmuş saçıyor, saçtığı yerde kara yürüyor. Bakarlar ki, boğaz kapanacak, onu da sala alırlar ve Rumeli'ne geçerler. Tarihler 1354'ü göstermektedir.
Bu geçişi tarihçiler, Türk tarihinin en önemli üç hadisesinden biri olarak zikretmektedirler (Diğer ikisi, Türklerin Müslüman olması ve 1071 Malazgirt zaferidir.)
Şehzade Süleyman, bu geçiş sonrası atından düşerek, şehit olur. Alperenler tarafından Gelibolu-Bolayır'a defnedilir, atı da hemen yanına. Bu, binlerce yıldır devam eden bir alp geleneğidir.
Akın başlamıştır, durmak yoktur. Şehzade Murat, bayrağı yere düşmeden ağabeyinin elinden alır. Trakya içlerine ağabey yadigarı alperenlerle akmaya devam eder.
Akıncı, alperen, her an savaşa hazır kimse demektir. Güreş de savaşa en güzel hazırlık vasıtasıdır. Kırk yiğit fırsat buldukça birbirleriyle güreşmektedirler. 38'i güreşlerini ayırmıştır. Ancak iki yiğit bir türlü yenişemezler. Yolları Edirne yakınlarına, Arda nehri boylarına, bu güzel nehir kenarındaki, Simovina yakınındaki çayırlığa düşer.
Yine güreşirler. Ama iki can yiğit yine yenişemezler. Pes etmeyi de birbirlerine ihanet görürler. Güreş, savaşa hazırlık olduğundan, ustalık, kuvvet, maharet gibi sahip bulundukları bütün güçleri kullanırlar. Akşam olmuştur, güreşleri hâlâ devam etmektedir. Gönülceğizleri, bu kadar yükü kaldıramaz. Emanetleri, sahibine teslim ederler. Şehit olmuşlar, çalışmakla kazanılabilecek en yüksek dereceye kavuşmuşlardır.
Bugün bazılarının zannettiği gibi birbirlerine üstünlük kurmaya çalışırken ölmemişlerdi. Bu şekilde öldüklerini söylemek, onları birbirlerinin katilleri olarak kabul etmektir. Onların niyeti, savaşa hazırlıktı. Savaşa hazırlık da savaş gibidir. Bu esnada ölenler de tıpkı savaşta ölmüş gibi şehittirler.
Şehzade Murat ve can yoldaşları iki şehidi canlarını teslim ettikleri yere defnederler ve Avrupa içlerine sefere devam ederler. Günler sonra bir Fatiha okumak için arkadaşlarını defnettikleri mübarek mekâna uğrarlar. Bir de bakarlar ki, bu mekanda, kırk tane pınar doğmuş, Arda'ya doğru akıp gitmekte. Bunu, arkadaşlarının Allah rızasına, Kırklar derecesine kavuştuğunun işareti sayarlar. Buraya "Kırklar Pınarı" derler, söylene söylene "Kırkpınar" olur. > DEVAMI YARIN