Ahmet, "Gazi Osman Paşa, sevdiğine göre mutlaka iyi bir kimsedir. Müslümanların halifesi, padişah hiç kötü olur mu" diye düşünüyordu. Ahmet, Beşir Sait'e bir şeyler söylemeğe çalışırken saltanat arabası tam önlerine gelmişti. Başını çevirmesi ve arabaya bakmasıyla birlikte kalbinden vurulmuş gibi oldu. Gördüklerine inanamadı. Saltanat arabasında, rüyasında görse inanamayacağı biri vardı. Padişahın karşısında oturuyordu. Babası yerine koyduğu, "Başa babam" diye seslenme hakkını kendinde gördüğü Gazi Osman Paşa, padişahla diz dizeydi. Kafa kafaya vermişler bir şeylerden bahsediyorlardı. Ahmet için, zaman geriye döndü, mekan değişti. Kendini bir anda Plevne'de gördü, geri kalan her şey gözünden ve hafızasından silindi... Bütün varlığıyla seslendi, yıllardır görmediği öz babasına seslenircesine: -Paşa baba!!! Bu sesle, İstanbul'da zaman dondu, Ahmet'ten başkası için. İki kızını da Gazi Osman Paşa'nın oğullarına veren Padişah, konuşuyordu.. öz kardeşi gibi sevdiği, yüzünü görmekle rahatladığı Gazi Paşasıyla. Daha doğrusu Gazi Osman Paşa, anlatıyor, Padişah dinliyordu...Plevne'yi, Plevne'de yaşananları... Kara Ahmet'i, onun Rus askerleri önünde nasıl Paşa baba diye atıldığını, ortalığın karıştığını... hem de kaçıncı defa...Abdülhamid Han, 16 yıldır her sıkıldığında, Gazi Osman Paşa'ya Plevne'yi anlattırırdı, özellikle de Kara Ahmet ve onun Kırk Kanat ekibini, şimdi olduğu gibi. "Paşa baba" feryadı, gülle gibi düştü, Padişah'la sırdaşı Osman Paşa arasına. Osman Paşa, elinde olmayarak titredi, "Ahmet mi" diye sayıklar gibi konuştu. Sesin geldiği yere baktı. Hayrettin Paşa'nın türbesinin bulunduğu yer karışmıştı. Ahmet, tutunduğu demir parmaklıklardan kendini bırakmıştı... Paşa babası ile arasında etten duvar olan kalabalığı bir fil gibi yardı. Caddeye ulaştı. Saltanat arabasının yürüdüğünü gördü. Paşa babasına ulaşamama, sesini ona duyuramama endişesi, Ahmet'i dehşete düşürdü, bağırdı, ciğerleri yırtılırcasına: -Paşa baba!!! Benim!!! Kara Ahmet! Kırk Kanatlı Reisi! Osman Paşa, caddeye çıkan Ahmet'i gördü. Tereddüt etti. Acaba o muydu? Şu kendilerine doğru koşan karayağız delikanlı, 17 yıl öncesinin Kara Ahmet'i miydi? O olmalıydı, başkası böylesine delice Paşa baba diye bağıramazdı. Paşa, Ahmet ile birlikte ona doğrulan namluları da gördü.. Ahmet'in Saltanat arabasına doğru koşması, atlı Saray muhafızlarını harekete geçirmiş, namlular Ahmet'e doğrulmuş, tetikler çekilmek üzereydi. Saniyeler, asır değerindeydi. Gazi Paşa, protokolü bir kenera bıraktı, mecburen, bir an için Padişah huzurunda olduğunu dikkate almadı, Ahmet'e doğru bütün gücüyle seslendi: -Ahmet!!! Evladım!!! Dur!!! Ahmet, Gazi Osman Paşa'dan "dur" emrini alınca tıpkı onyedi sene öncesi gibi zınk diye durdu. Plevne'de sekiz yaşındayken aldığı askeri eğitim, dur emriyle, onu bulunduğu yere çakmıştı hem de selam vaziyetinde. Durdu, ama şaşkındı. Kavuşmak için canını vermeğe hazırken, Paşa babası niçin durmasını istemişti. Ahmet, çevresine baktı, kendisine dönmüş kara ağızlı namluları gördü. Durumu biraz kavrar, kara ağızların kendisine niçin çevrildiğini anlar gibi oldu. > DEVAMI VAR