Niçin böyle olmuştu?

A -
A +

Nazlı Türk kızları, minik ayaklarını saran yemenileri patlamış, tersi su içinde arabaların önünde yürümeğe çalışıyorlardı. Hepsinin gözleri yaşlıydı, sevdiklerinden, Cennet bahçesi Eski Zağra'dan koparılmışlardı, acaba geri dönebilecekler miydi? Dönebilseler bile, vatanlarını bıraktıkları gibi bulabilecekler miydi? Bir kaç yüz seneden beri ecdattan hanedan olan, yalnız mutfak takımlarını kırk elli araba kaldırabilen Emin Paşa ve benzeri belde eşrafı, yanlarına ancak bir öküz arabası eşya alabildiler. Kimsesiz ihtiyar ve hastaların sürüne sürüne, "Ne olur, bizi bıraamayın. bizleri kimlere bırakiyersiniz" feryatları ciğerleri dağlıyordu, ama herkes kendi derdine düşmüştü. Yusuf, hemen, Eski Zağra'yı savunmak için bırakılan bölük komutanı zabite koştu, durumu anlattı. Zabit, neferleri koşturarak, kimsesiz ihtiyar ve hastaları koruma altına aldı. Ama onları, kafileyle birlikte mi göndersin, yoksa Eski Zağra'da mı tutsun bilemedi. Yusuf, 30 bin civarında olduğu söylenen Eski Zağra ve çevresi köylerden ahalinin perişan haline bakıyor, tam bir Kıyamet gününü andıran bir halde, akıncılar yadigarı, Rumeli'nin en güzel şehrini, terkedişlerini büyük bir üzüntü içinde seyrediyordu. Beyninde binlerce soru... "Niçin, niçin bu hallere düştük, bunun sorumlusu kim" sualleri beynini yırtıyor, gönlünü şifasız şekilde yaralıyordu. Rumeli Türkü'nün, Rumelili Müslümanların bu hale düşüşüne sebep suçlulardan biri olmamak için çırpınıyor, çırpınıyordu, ama Yusuf, hangisine yetişsin, onbinlerce mazlumdan hangisinin imdadına koşsundu? Arabacı köyünden çaresiz, hasta bir ana, "Ali, oolum needesin? Ali yok, Ali'yi kaybettim, Ali'mi gören vaa mı" diye feryat ederek bir o yana bir bu yana koşuyor, kendisi gibi çaresiz, can derdine düşmüş insanlara, canını, Ali'sini soruyordu. Ama kimsenin başkasının derdiyle ilgilenecek hali yoktu, herkes, Alisini, arıyordu. Kimisi, oğlu Ali'nin derdinde, kimisi de, yüzlerce yıldır, her zaman yanlarında olmuş, bugünse varlığıyla yokluğu belli olmayan Ali'nin, Âli Osman'ın, Osmanlı Devleti'nin arayışındaydı. Yüzlerce yıldır, güller, yiğitler diyarı Eski Zağra'da hayatların en anlamlısını, gülle kaynaşmışını yaşayan Eski Zağralılar, geride harap bir memleket, yaralı gönüller bırakarak perişan bir halde yollara düşmüşlerdi. 12 bin Müslüman ve 24 bin Müslüman olmayan nüfusu bulunan ve fethinden işgale uğradığı güne geçen 529 sene imarına gayret sarf edilen o eşsiz şehir, on gün içinde, Bulgar ve Ruslar tarafından bir harabeye çevrilmişti.. Eski Zağralılar, yaşadıklarına bir türlü inanamıyorlardı, kâbuslarla dolu bir rüyada mıyız tereddütlerindeydiler. Ama yaşadıkları rüya değildi. Soruyorlardı kendi kendilerine, "O muhteşem günlerden bu hallere nasıl düştük" diye. Kimisi, suçlu düşman, kimisi de Osmanlı Devleti, bize sahip çıkmayan padişah diyordu. Kasaba insanın çoğu, varlıklı kimseler olduklarından öküz arabası koşmak ve kullanmak bilmiyordu. Bu sebeple, yolu, bozulan ve tamir edilemiyen öküz arabaları kaplamıştı. Çok güçlükle yol alınıyordu. Yusuf, gibi, eli iş tutanlar kimin yardımına koşacaklarını, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Eski Zağra'dan, yaya yürüyüşü yalnızca 9 saatlik mesafedeki Karapınar İstasyonu'na ancak 3 günde varabilmişlerdi. Varınca da asıl büyük sıkıntı başlamıştı. Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.