Osman Paşa ağlıyordu

A -
A +

Kırk Kanatlı Reisi Kara Ahmet, kanatlandı...Arkasında kanlar içinde yatan, şehit olmuş, daha vücutları soğumamış anne-babasını... Gözü yaşlı Hikmet Dede ve gönlü de gözü de kan ağlayan ama bunu belli etmemek için çırpınan Osman Paşa'yı bırakarak... Ahmet'in geri dönmeyeceğine kanaat getirince kendini zorlamayı bıraktı... Gözyaşları ak sakalından merhamet incileri gibi akmağa başladı. Osman Paşa, koca Osmanlı Paşası, nice muharebeler, nice ölümler gören savaş adamı ağlıyordu... Çok ölümler görmüştü, ama hiç bir ölüm onu bu kadar etkilememişti. O, savaş adamıydı, ama yalnızca cenkte... O, barış zamanı karıncayı bile incitmeyen gönül adamıydı. Gözyaşlarını silme ihtiyacı hissetmedi, yollarınca akmaya bıraktı. Elleri, Hikmet Dede'nin ellerini buldu, onlardan güç aldı: -Hikmet Dede'm, inşallah, Ahmet'e böyle davrandığım için kırılmamışsındır. Şoku atlatması için başka çare bulamadım. Hikmet Dede, ak düşmüş sakalından gözyaşları süzülen Paşa'ya baktı. İhtiyar halinde, sıkabildiğince Paşa'nın ellerini sıktı, yükünü biraz olsun alırım ümidiyle, konuşması da hikmeteydi: -Paşa'm, yapılması gerekenin en güzelini yaptınız. Yoksa Ahmet, bütün hayatı boyunca kendine gelemezdi. -Savaş hali Dede'm. En yakınımız da ölse... Yolumuza devam etmek, vazifemizi yapmak mecburiyetindeyiz. -Ahmet'in başına gelenleri nasıl haber aldınız? -Gülle düşen evleri dolaşıyordum. Hikmet Dede, bombardıman başladığında, tabyada güllelerden sakınması gereken Osman Paşa'nın, gülle yağmuru altındaki Plevne kasabasını dolaşmasını anlayamadı: -Paşam, bu ne tedbirsizlik, ya bir gülle bulunduğunuz yere düşseydi, koca Osmanlı'yı öksüz bırakırdınız. Osman Paşa, Hikmet Dede'nin "Bu ne tedbirsizlik" sözüne ne cevap versin, her ölenle, bin defa öldüğünü nasıl anlatsın bilemedi. "Hikmet Dede'm... Şu anda cevap verecek halde değilim. Akşam, Ahmet'i yanına al, karargaha gel, orada görüşelim" dedi ve yürüdü, yağan güllelere aldırmadan. HHH -Paşa bubam, ziyaretçileriniz var. Haritalar üzerinde çalışmakta olan Osman Paşa, emireri Çotuk Selime baktı: -Evladım kimmiş gelenler. Çeyrek mecnun olan Çotuk Selim, yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesiyle cevap verdi: -Hikmet Dede imiş, yanında Ahmet isminde bir çocuk var. Hikmet Dede ve Ahmet ismini duyan Osman Paşa'nın yüreği acıyla sancıdı. Hangi ana-babaya, hangi çocuğa ve hangi askerine ve hangi ecdad yadigârı eserlere üzüleceğini şaşırmıştı. Paşa'ydı, ama O da insandı. O'nun da yolunu gözleyen evlatları, eşi vardı. O'na emanet edilen askerler, siviller ve vatan toprağı vardı. Ve Ahmet vardı, ana-babası şehit olan, sekiz yaşında, ana-baba acısını tatan, onlar için ağlayamayan... Yirmi yaşındaki bir yetişkinin yaptığı işleri başaran ama neticede çocuk olan bir Kırk Kanatlı Reisi Ahmet vardı... O çocuk şimdi, kapısının önünde bekliyordu. O'na nasıl davranmalıydı? Bereket... O'nunla birlikte bekleyen ve ondan ayrılmayan bir Hikmet Dede vardı... Paşa, Çotuk Selime seslendi: -Oğlum, buyursunlar, gelsinler... -Peki Paşa bubam. İçeri ilk önce Hikmet Dede girdi, girmedi, sabah güneşinin ışığı gibi süzüldü... Hikmet Dede'nin yüzüne bakmak, o nur yüzdeki enginliğe dalmak, başa gelenlerdeki hikmeti anlatıyor, insanın derdini alıyordu. ¥ Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.