Doublier, Yusuf'un müthiş kuvveti ve zekası karşısında, taktik değiştirmiş, Yusuf'a ne yapacağını değil, ne yapmayacağını anlatmağa başlamıştı. Doublier, vapurun alt katındaki idmanlarda, artık sadece diskalifiye edilmesine, yenik sayılmasına sebep olabilecek alışkanlıkları ve oyunları öğretmeğe çalışıyordu. Doublier, Yusuf'un greko-romende, elenseyi ve başarısı acı kuvvete bağlı olan ve Fransızların "la double prise a terre" dedikleri çift kleyi tercih ettiğini farketti. Yağlı güreşte, kurt kapanı denilen, sağ ve sol kolların rakibin sağ ve sol koltuk altlarından geçirilerek boyunda birleştirilmesiyle alınan oyunun ve elensenin greko-romende serbest olması Yusuf'u çok sevindirmişti. Yusuf, Doublier'e, "Merak etme çorbacı, senin gavurcuklarını yenmek için bana elense ve kurtkapanı yeter, başka oyun istemez" diyordu. Yusuf'un acı kuvvetini, müthiş güreş bilgi ve tecrübesini, güreş zekasını gören Doublier'in de bundan zerre kadar şüphesi yoktu, o, daha şimdiden kazanacağı sarı sarı altın frankların rüyasını görmeğe başlamıştı. Yusuf ve arkadaşları güverteye çıktıklarında gemide hayat duruyordu. Sırmalı potur, cepken ve rumeli işi sarıklarıyla çok daha heybetli ve yakışıklı gözüken Türk pehlivanları güvertede gözükünce, herkes işini gücünü bırakıp onları seyrediyordu. Özellikle de 2 metre on santimetrelik boyuyla Filiz Nurullah'ı görenler şaşkınlıktan küçük dillerini yutuyorlardı. Günlerce süren yolculaktan sonra, Doublier, Fransa'ya yaklaştıklarını haber verince, Yusuf, ekibini topladı, son tavsiyelerde bulundu: -Arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi Fransa'ya Padişah efendimizin emriyle geldik. Burada, Osmanlı devletini, milletimizi ve padişah efendimizi temsil ettiğimizi bir an dahi unutmayacağız. Her hareketimize dikkat edeceğiz. Her ne olursa olsun, Kırkpınar ve yağlı güreş geleneklerinden taviz vermeyeceğiz. Paris'e varınca bizi Paris sefirimiz karşılayacak, Fransa'da yardımcımız olacak. Yanımda, padişah efendimizin, dünyanın neresine gidersek gidelim bize yardım edilmesini emir buyuran fermanı var. * * * Paris'in kalabalığı, caddelerde klakson çalarak ilerleyen otomobiller, gözleri delerek yükselen Eyfel Kulesi, Yusuf ve arkadaşlarını şaşkına çevirmişti. Özellikle de Parisli matmazellerin, başları açık, kırıta kırata gezmeleri, onlara hiç çekinmeden hayranlıkla bakmaları, nice aslan karşısında kılları kıpırdamayan yiğitlerin beyin ve yüreklerini alt üst etmiş, suratları kıpkırmızı kesilmişti. Marsilya üzerinden trenle Paris'e gelir gelmez, Osmanlı'nın Paris Sefiri onları karşılamış, otellerine yerleştirmiş, en büyük endişeleri konusunda da yardımcı olmuştu. Yusuf, buralarda ezan sesi yok, namazımızı nasıl kılacağız diye sual edince, Sefir, onlara Paris'teki namaz vakitlerini gösteren bir kitapçık, Paris'in kıble istikameti işaretli bir pusula vermiş, sık sık kendilerini ziyaret edeceğini ve elçilik, sefaret kapısının her zaman onlara açık olduğunu söylemişti. Geleceklerinin, çil çil altınların, Paris'teki ilk günlerde gösterecekleri başarıya bağlı olduğunu çok iyi bilen Doublier, pehlivanların greko-romen güreşindeki teknik ve bilgilerini artırmak için, Parise gelir gelmez, Yusuf ve arkadaşlarını hemen güreşçilerin devam ettiği bir antreman salonuna götürdü. Renkli elbiseleri, cepkenleri, kuşakları, feslerini saran yemenileri, köstekli saatleri ve iri yapılarıyla güreşçilerimiz, hem sokakta hem de güreş salonunda büyük ilgi odağı olmuşlardı. DEVAMI VAR