Osmanlı'yı yemek için bekliyorlar

A -
A +

Yusuf, başından geçenleri anlattı, Parisli pehlivanları tazı gibi kovalarken nasıl yorulduğunu, Fransızların şampiyonu Paul Pons'un, kavga çıkarmak için nasıl yumruk attığını, kendilerine bilmeden nasıl domuz eti yedirildiğini, ziyafet veren Marsilyalı zenginin Türk pehlivanlarının yemek yiyişi karşısında aklını oynatacak hale nasıl geldiğini. Abdülhamid Han, Marsilyalı zenginin tepkisini duyunca güldü. Hergeleci ile güreşindeki yaşananları işitince de çaresiz bir baba gibi içini çekti: -Evladım, işte Avrupalı; bu anlattıkların. Avrupalı devletler ve Rusya, tıpkı Hergeleci meselesinde olduğu gibi, ülkemizde yaşayan Hıristiyanları sanki bizden daha fazla düşünüyormuş, onların hakkını savunuyormuş gibi yaparak, onları kışkırtıyorlar, Rumu, Sırpı, Bulgarı, Romeni bizden böyle kopardılar. Aynı yolla, Arabı, Kürdü, Ermeniyi koparmak için gayret ediyorlar. Aynı senin Pons ile güreşinde olduğu gibi, başta İngiltere olmaz üzere Avrupalılar, tahrik ederek haklı olduğumuz davamızda, onlara bahane verecek harekette bulunmamızı, böylelikle defterimizi dürmek istiyorlar. Ne yazık ki sadrazam yapmak mecburiyetinde kaldığım bazı devlet adamları dahil olmak üzere içimizdeki bazı gafil ve hainleri, hürriyet, eşitlik, adalet diyerek, bazılarını da çil çil altınlarla yanlarına almayı becerdiler. İşimiz çok zor evladım çok zor. Devletimizi bugünlere getirdim, ama hangi bedelleri ödeyerek. Eğitim, yetişmiş eleman için, kendi kesemden nice okullar açtım, ama yeterli değil. Koca Avrupa, Osmanlı'yı yemek için ağzından salyalar akarak bekliyorlar. Çare, günümüzün şartlarını anlamak, sıhhatli zayıflamak ve çok çalışmak. Fakat bütün bunlara vakit bulabilir miyiz bilemiyorum. Bugünlerde bana bıraktığın demir ayakkabılar çok terlemeğe başladı. Memleketim, insanımız için endişeliyim. Abdülhamid Han, herşeyi Yusuf'a inceden inceye sordu, Fransızlar hakkındaki görüşlerini, Fransa-Osmanlı, Fransız-Türk karşılaştırmaları yaptırdı, notlar aldı. Tam iki saat Koca Yusuf ile baş başa görüştü Abdülhamid Han. Sanki Yusuf ile görüşmesi, halkıyla dertleşmesi, milletine hesap vermesiydi. Abdülhamit Han, Yusuf ile baş başa yemek yedikten sonra kıymetli hediyelerle onu yolcu etti. Yusuf, anlatılmaz duygularla Abdülhamid Han'ın yanından ayrıldıktan sonra, Lofçalı İbrahim Pehlivan ve oğlu Said Beşir ile buluştu, hasret giderdi. Bütün ısrarlarına rağmen ancak bir gece kalabildi, bu çok sevdiklerinin yanında. Memleket, sevdiklerinin hasreti dayanılmaz olmuştu. Ve yola çıktı, gönlü ve ayakları Şumnu, sıla yolundaydı. * * * Sabahın seher vakti görebilsem yarimi türküsü, hiç durmaksızın dönüp durmuştu, Yusuf'un beyninde ve gönlünde. Bir seher vakti değil de ikindi sonrası köyüne ulaştı, Güneşin kızılelmaya döndüğü demde. Yusuf'un heyecanı anlatılır değildi, dile kolay tam onaltı ay geçmişti, sevdiklerinden ayrılalı. Kararlıydı, güreş falan gözü görmüyordu, bir daha her ne olursa olsun sevdiklerinden ayrılmayacaktı. İhtiyarlıyor muydu ne, ayrılık artık çok zor gelmeğe başlamıştı. İhtiyarlıyorum düşüncesine gülümsedi Yusuf, henüz kırk yaşına merhaba derken, merdiven dayarken ihtiyarlıktan dem vuruyordu. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.