Ustasının şu sözleri, Demir Baba Dergahı'nda İsmail Hoca'nın, daha sonra Dursun Pehlivan'ın ve Kel İsmail Pehlivan'ın sözlerinden sonra Yusuf'un gönlüne ve beynine işledi: "Her sanatta olduğu gibi, pelvanlıkta da, sanatını sevmeyen Allah'ın verdiği yetenekleri en iyi yolda en iyi şekilde kullanmayan, Allah'ın gazabına uğrar, başına felaketler gelir ve adı kötüye çıkar, mesleğinde başarılı olamaz. Sahip olunan güç, kuvvet, akıl, zeka, bilgi, iman, mesuliyet demektir. Bütün bu nimetlerin hesabı verilecektir. Nimet büyüdükçe verilecek hesap da büyür. Bu sebepten Allahü teala karşısında en fazla boynu büyük kimseler peygamberlerdir (aleyhisselam), çünkü en fazla nimete onlar kavuşmuştur. Her usta pehlivanın, kendisine çırak yapacağı gencin bütün huylarını bilmesi şarttır. Kötü huylu, çok kabiliyetli de olsa, kimse çırak almak istemez. Usta ve çırağın huy ve karakterleri birbirine uymalı. Hatta aynı yemekleri sevip sevmemeleri bile çok önemli. "Büyüklerimiz, "El elden üstündür taa Arşa kadar" demişler. Bir gün seni de yenebilecek bir pehlivanın çıkacağını hiç aklından çıkarmayacaksın ve her zaman güleşe hazır bulunacaksın. İşte bu sebepten atalarımız, "Hasmın karınca dahi olsa, küçük görme." demişler. Ama güleşirken de acımayıp, güleşin gereği ne ise yapacaksın, ama zulmetmeden. Güleş esnasında merhamet olmaz. Orası savaş meydanıdır. Bizim meslekte, en kötü şey, ister para karşılığı isterse acıyarak olsun, rakibine bilerek yenilmektir. Bu Kırkpınar geleneğine ihanettir, bu şekilde davranan pehlivanın bir daha güleş yapmasına müsaade edilmez. Ne yazık ki bugün buna pek dikkat edilmiyor. Rakibine bilerek yenilenin namusunu para ile satan kadından hiçbir farkı yoktur. Pehlivan, omuzunu borç vermez. Kendinde zayıf veya yaşlı bir pehlivana acımak, onun da üç beş kuruş kazanmasını sağlamak büyüklüktür. Ama bu yenilerek olmamalıdır. Böyle durumlarda ya güleşe gitmemek, gidilmiş ise güleşe çıkmamak lazımdır. Çıkmak zorunda kalınca da, yenilmeden o ihtiyar pehlivanın şerefini kırmayacak şekilde berabere ayrılmak en doğru hareket olur." Yusuf, Pomak Osman'ın tavsiyelerinin, ağır olan yükünü daha da ağıralaştırdığını hissetti. Demir Baba'nın, cücenin, İsmail Ustanın, İbrahim Efendi'nin söylediklerinden sonra şimdi Pomak Osman'ın dedikleri. Pehlivanlığın, pehlivanım diye ortaya çıkmanın bu kadar ağır olacağını hiç düşünmemişti. Hele İsmail Usta tarafından kendisine emanet bırakılan sandığı unutması mümkün değildi. O gün sandığı açtığında karşılaştıkları her an aklındaydı. Nasıl da dehşete kapılmıştı. Sandıkta gördüklerini kimseye söyleyemezdi, zaten söylese de kimse inanmazdı. Ancak, kendisinden sonra sandığı emanet alacak kimseye anlatabilirdi. Yusuf ve ustası, 1882 yılı sonbaharına kadar güreş kovaladılar. Güreş olmayınca da Pomak Osman, idmanda güreşin bütün inceliklerini, oyunları ve karşılıklarını Yusuf'a öğretti. Yusuf, yeni öğrendikleri karşısında önceden ne kadar az şey bildiğini daha iyi anladı. Ustası, hep, "Yusufum, öğrenmenin sonu yok" diyordu. Daha, Karalar Köyü'nden ayrılmakla beraber, Yusuf'un gönlünü, Gülçehre'nin hasreti kavurup dağlamıştı. Güreşerek, Gülçehre'yi unutmağa çalışmış, ancak bir türlü muvaffak olamamıştı. Unutmak için gayret ettikçe, susuzluktan kavrulanın tuzlu su içmesi gibi tam anlamıyla yanmıştı. Kırkpınar güreşlerinden sonra bir an önce memleketine dönmek isteği dayanılmaz olmuş, gönlü ayaklarını hep Şumnu'ya doğru yönlendirmişti. Ancak, derdini ustasına bir türlü söyleyememişti. Ha bugün ha yarın söylerim derken beş ay gelip geçmiş, Gülçehre'nin hasreti artık dayanılmaz olmuştu. Son zamanlarda, Yusuf, iyice durgunlaşmıştı. Bu ustasının gözünden kaçmıyordu. Devamı var