Ecdad yadigarı yağlı güreşi yapan güreşçiler (pehlivan demeye dilim varmıyor, çünkü pehlivan, yiğit, mert, er kişi, nefsini alt eden demektir) ne yazık ki hep menfi haberlerle gündeme geliyor; kavga, doping, kız kaçırma, cinayet gibi... Son olarak Fethiye-Seki'deki güreşlerde kavga ettiler. Er meydanındaki yumruklaşmalar güvenlik güçlerinin müdahalesiyle kontrol edilebildi. Çıkan ikinci bir kavgaya da ellerinde sopalarla bazı vatandaşlar da katıldı. Pehlivanlar diyarı Deliormanlalılar, "Pehlivanlar kavga etmiş. Hiç yakıştıramadık. Sizin kitaplarınızdan pehlivanların asaletli, mert, dürüst olduğunu gücü ile değil alçak gönülleriyle rakiplerini yendiklerini okumuştuk, dedelerimizden de benzer hikayeler dinlemiştik. Bu olayda Koca Yusuf'un kemiklerinin sızladığından eminiz. Sizlerin de bu durum karşısında çok üzüldüğünüzden tahmin edebiliyoruz. Bu olayla ilgili pehlivan diye meydanlara çıkan mahalle kabadayılarına ders gibi bir yazı yazacağınızdan şüpemiz yok" şeklinde e-mail göndermişler. Ne söyleyeyim? Kumaş bu... Bu kumaştan ancak bu elbise olur. Amerikan bezinden potur dikersen, altta ne varsa gözükür. Madem ki okuyuculardan, gönlü yaralı kişilerden talep var yine de bir kaç satırla meramımızı anlatmağa çalışalım. Galibiyette mağlubiyeti araması gerekenler, gücü ve ustalığıyla galip gelemeyince kavgayla üste çıkmaya, egosunu tatmin etmeye çalışıyor. Güreş, özellikle de yağlı güreş temsili bir spordur. İlk önce güreşin, güreşçilerin (pehlivanların) neyi temsil ettikleri, hangi hatırayı yaşattıkları bilinmeli. Güreşi yalnızca alınan madalya, kazanılan birincilik olurak görürsek benzer hadiseler hep yaşanacaktır. Güreşe aşkın bakabilmeliyiz. Aşkın bakmak; bir meseleye, günümüzde geçerli değer ölçülerini aşarak, onların aklı ve gönlü esir alan zincirlerini kırarak bakmaktır, bakmakla kalmayıp görebilmektir. Günümüzde, hem güreş ata sporu diyor hem de güreşte hedef olarak altın madalayı görüyor, başarıyı altınla ölçüyoruz. Atalarımızda güreş, sahip bulunulan güzellikleri savunmak için bir vasıta, barış zamanında savaşa hazırlıktı. Tasavvufi terbiye veren, dergah tarzında örgütlenen güreş tekkeleri (akademileri) bunun en güzel misalidir. Atalarımıza göre yalnız güreş değil aletli ve aletsiz bütün sporlar, cirit, tomak, at yarışları, kılıç kalkan, ok, mızrak, gülle atma yarışları... hepsi barış zamanında savaşa hazırlık, bu hazırlığa teşvik içindi. Kısacası, spor, spor olsun diye değil, ebedi güzellikleri savunmak, kişinin kainat içindeki yerini, haddini bilmesi için yapılıyordu. Dünyayı ermeydanı bilen atalarımız için güreş, kişinin doğumuyla başlayan ölümlüyle biten bir kavgayı, egosu, kötü çevresiyle yaptığı mücadeleyi temsil etmektedir. Pehlivan, önce haddini bilen kişi demekti, altın madalya kazanan değil! Kişi, egosunun azgınlıklarından sıyrılacak, önce er olacak, ondan sonra ebedi güzelliklere, alperenliğe yol arayacaktı. Pehlivan, kendisindeki gücü, Yüce Mevlanın emaneti bilecek, bunları en üst seviyeye çıkarmak için elinden gelen her türlü gayreti gösterecek, galip gelince de buğday başağı gibi "Rabbimin üzerimdeki nimetleri çoğaldı, bunlara nasıl şükrederim" endişesiyle boyun bükecek, galibiyette mağlubiyeti, egosunu ilah etmenin değil, alt etmenin yolunu arayacak. İşte güreşe bu gözle bakabilirsek, güreşçileri pehlivan yapabilirsek, güreşseverlerin yüzünü kızartan, Koca Yusufların kemiklerini sızlatan durumlar yaşanmaz.