Rakibini bekleyen Aliço gibiydi

A -
A +

Osman Paşa, sadece zaman kazandı?ğını biliyordu. Rusların yakında çok daha kalabalık olarak gele?ceğini, 30 Temmuz 1877'deki ikinci Plevne Muhârebesi'nin, bu yenisinin yanında çocuk oyuncağı gibi kalacağını hesâp ediyordu. Osman Paşa yürüyor, zaman akıyordu... Akşam vakti, Plevne'nin bağları içinde yürüyen Osman Paşa, zamanın akışı, getirdikleri içinde ezilmemek için çare arıyordu... Osman Paşa, kuzeyde 6 yeni tabya yaptırdı. 'Atıf, Araba, İbrahim, Çorum, Ömer, Tâhir' adları verilen bu tabyalar, birer askerî in?şaat hârikasıydı, çok yüksek istihkâm bilgisiyle yapılmışlardı. İç kısımlarına askerler için koğuşlar, malzeme ve cephane için depo?lar inşa edilmişti. 6 metre kalınlığında ve 7 metre yüksekliğinde olan duvarlar, 5 metre genişliğinde ve 3 metre derinliğinde hen?deklerle çevrilmişti. Temmuzda Plevne'nin güneyinde sadece bir kaç istihkâm vardı. Şimdi, ağustos sonlarında burada, 6 büyük tabya yükseliyordu: Kovanlık, İsâ, Bağlarbaşı tabyaları, Plevne'ye yakındı ve şehri örtüyordu. Milas, Talat ve Yûnus tabyalan ise Krişnin yakınlarına düşüyordu. Bir diğer tabya da, batıda Vid suyunun üzerindeki köprünün karşı?sında yapılmıştı. Ruslar, şaşkındı. Bu kadar kısa zamanda kocaman dağlar gibi yükselen tabyaların nasıl inşa edildiğini anlamamışlardı. İkinci Plevne zaferi sonrası maneviyatları iyice yıkılan, panikleyen Rus askerleri, önlerine birdenbire dağ gibi çıkan tabyaları görünce dehşete düşmüşlerdi. Rus askerleri, yeminle, tabyaların geceleyin yeşil sarıklı kişiler tarafından inşa edildiğini söylüyorlardı. HHH -Süle bakalım Ahmet, koç Hasan ile güleşebilir misin? Kara Ahmet, rakibim, nerede, kim deyip bakmadan cevabı yetiştirdi: -Güleşirim Hikmet dedem, niçin güleşmeyeyim? Hikmet dede şaştı kaldı: -Bre Ahmet'im.. Rakibini görmeden güleşirim, dedin, bu nasıl iştir, ya senden çok yaşlı ve iri bir kimseyse? Ahmet, göğsünü şişirmiş, Kırkpınar'da rakibini bekleyen Aliço gibiydi: -Te be dedem, güleş, yürek, gönül, çalışma ve ustalık işidir. Boy, kilo ve yaşa bağlı değildir. Hikmet dede, vurulmuş gibi titredi: -Bize Hikmet dede diyenler, Ahmet'in sözlerindeki hikmeti, güzellikleri görsünler. Evladım, bu sözleri nereden duydun? Sakın, kendim buldum deme tokadı yersin. Hikmet dedenin tokat sözüne Ahmet, güldü... Eylül ayının bir ikindi sonrası, çayırlığın ortasında heyecanla onları dinleyen babası Kara Ali'yi işaret etti: -Bubam, süledi, güleşi de o öğretti. -Sözlerinden, halinden, ustanın buban olduğunu anlamak lazımdı. Büle bubanın büle evladı olur. Neyse, şu ağacların ardından çıkan rakibine bak bakalım, görünce de güleşirim sözünde durabilecek misin? Hikmet dede, seslendi: -Oğlum Hasan, çık, ermeydanına, tam zamanıdır. Şu çok bilmiş Ahmet seni bir görsün hele. Görsün de ayaklarının bağı çözülsün. Ağaçların ardından yirmi yaşlarında dev gibi delikanlı çıktı. Geldi, Hikmet dedenin elini öptü, karşısında el bağlayıp, emrini bekledi. Hikmet dede, hâlâ rakibine bakmayan Ahmet'i omuzundan yakaladı, bu kadarı da fazlaydı, onu Hasan'a doğru çevirdi: -Bak bre Ahmet'im, rakibin işte bu, nasıl bununla güleşebilecek misin? > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.