Yavaş yavaş bütün şöhretler, şampiyonlar şampiyonu Paol Pons, dünya şampiyonu Sabes ve Fransa şampiyonu Feliks Bernard, Foli Berjer'e gelerek Türkler'le güreş yapmağa hazır olduklarını bildirdiler. Nisan başına kadar yapılan güreşlerde, Fransızlar'ın gösterdiği en büyük başarı, Türk güreşçilerinin içinde en okkasız olan Koca Yusuf'un çırağı Küçük Yusuf ile berabere kalmaktı. 5 Nisan 1895'te yapılan güreşte, şampiyonlar şampiyonu diye anılan Paul Pons, dev Filiz Nurullah ile berabere kalınca, bütün Paris ayaklandı. Sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırdılar. 6 Nisan'da Yusuf'un karşısına Danimarkalı şampiyon Bek Olsen çıkarıldı. Bu Danimarkalı, çok iri yarı ve bütün Avrupa'da zincirkıran diye anılan ve acı kuvveti dillere destan bir kişiydi. Göğsüne sardığı zincirleri, patır patır kopardığı söyleniyordu. Yusuf ile üç defa arka arkaya güreş yaptı üçünde de yenildi. Kendisine, "Niçin böyle arka arkaya yenildiğin halde güreşmekte ısrar ediyorsun" dediklerinde, "Dünyanın en kuvvetlisi olduğum halde nasıl yenildiğimi anlayamıyorum. Bari nasıl yenildiğimi anlayayım diye tekrar güreşiyorum, ancak üç defa güreştiğim halde, nasıl yenilmiş olduğumu hâlâ anlamış değilim. Sanki mindere çıktığımda yıldırım çarpıyor ve kendimi yerde sırtüstü buluyorum." şeklinde mertçe açıklamada bulundu. Yusuf'un yeni rakibi, Bordeaux'un en acar ve gözde güreşçisi Sabes'di. Sabes, Fransız güreşçileri içinde en oyunbaz, en usta olanı, güreş bilgisi çok, çabukluğu dillere destan bir pehlivandı, ne zaman ne yapacağı belli olmuyordu. İki güreşçi, Sabes ve Yusuf, karşı karşıya geldiklerinde, âdet olduğu üzere el sıkıştılar. Hakemin başlama düdüğüyle birlikte, Sabes, Yusuf'un hiç ummadığı bir şey yaptı. Yıldırım hızıyla bel çaprazı aldı, Sabes'in bu oyununa şimdiye kadar hiç kimse karşı koyamamıştı. Sabes, Yusuf'u savurdu. Savurmanın etkisiyle dengesi bozulan Yusuf, can havliyle minderin kenarındaki korkuluklara tutundu ve yan üstü düştü. Hakem düdüğü öttürdü, seyirciler tam anlamıyla galeyana gelmişti. Ortalık karıştı, Fransızlar için rüya gibi bir şeydi. Günlerdir, en usta güreşçilerini kumdan kuleler gibi yıkan Yusuf, yan düşmüştü. Seyirciler inanılmaz bir heyecan içindeydi. Gazetelerin hergün İntombable-Yenilmez diye başlık attıkları Yusuf, yere düşmüştü. Bu kadarlık düşüş, Fransız seyircilerin çıldırmasına yetmişti. Herkes, hakemin Yusuf'u yenik ilan etmesini bekliyordu. Hakemler arasında büyük tartışma oldu, Yusuf, sanki hiçbir şey olmamış gibi köşesinde bekliyordu. Ancak, belli etmese de, bu şekilde savrulmak Yusuf'a çok dokunmuştu, güreşi devam ettirsinler diye içinden dua ediyordu, ettirsinler ki, onlara bir Osmanlı güreşçisini gafil avlamak neymiş gösterebilsin. Hakemler, uzun tartışmalar sonucunda, yenilme olmadığına karar verdi, ancak, seyircilerin büyük tepkisi üzerine güreşe devam edilemedi, seyirci, ellerine ne geçiyorsa, sahneye atıyordu, Yusuf'u hemen soyunma odasına götürdüler. Hakem heyeti, güreşin iki gün sonra tekrar edilmesine karar verdi. Yusuf, Sabes'le tekrar karşı karşıya gelinceye kadar kimseyle konuşmadı, bol bol idman yaptı, çokça düşündü, "Nasıl böyle gafil avlandım, ya yenilseydim, padişahın aslanı yenildi diye bütün kefereler, frenkler bayram yapacaktı, böyle bir hataya nasıl düştüm, ya yenilseydim, hangi yüzle İstanbul'a döner, hangi yüzle padişah efendimizin yüzüne bakar, hangi yüzle Şumnu'ya gider, Gülçehrem'e ben geldim, derim" diye kendi kendini yedi. Devamı var