Yusuf'un "Bana mı" sözü ihtiyar amcayı gülümsetti: -Karalar Köyü'nden olup da daha önce burada okuyan Pelvan Yusuf sensen. Yusuf, hayretler içersinde, "Evet benim" diyerek mektubu aldı. -Evladım, sana bir emanet daha var. Ancak, benimle gelmen ilazım. Yusuf, ihtiyar amcanın arkasına takıldı, birlikte Demir Baba'nın türbesine gittiler. Türbeye geldiklerinde, Yusuf, tepeden tırnağa titredi. 6 yıl önce, Fındık Kırma Taşını kaldırdığı ve Demir Baba ile görüştüğü günü hatırladı, türbenin içine girmeye cesaret edemedi. İhtiyar amca, türbeye girdi ve bir müddet sonra elinde bir sandıkla çıktı: -Bu da hocan İsmail Pehlivan'ın emanetidir. Bu sandığı ne yapçağını, nasıl hareket etçeni sana verilen mektupta yazıyor. Yıllardır, gelir de emaneti teslim ederim ümidiyle hergün buraya geldim, artık pes etmek üzereydim ki bugün sizinle karşılaştım. Yusuf, sandığı aldı, kaldırmak istendi, zorlandı, bir sandığı kolayca getiren ihtiyar amcaya baktı, bir kendine, o kolayca getirmişti, ancak Pehlivan Yusuf, kaldırmakta zorlanıyordu: -Te be güzel amcam. Bi haber salsan koşar gelirdik bre. Niçin bu kadar sıkıntıya girdin. İhtiyar amca tebessüm etti: -A benim pelvan evladım. İsmail Pelvan bana bıraktığı mektubunda sıkı tembihlemiş, Yusuf, ancak, çağrılmadan kendisi gelirse emanetleri teslim edersin diye. Üzülüyordum, gelmeyeceksin ve bu emanetleri almayacaksın diye. Yusuf, donup kalmıştı. İhtiyarın kolayca kaldırdığı sandığı kendisinin zor kaldırdığına mı şaşsın, yoksa, emanetin teslim şartına mı bilemedi. Utandı, 5 senedir Demir Baba Dergahı'na uğramamış olmaktan. Gerçi çok zor günler geçirmişler, korkunç savaşın yaraları hâlâ sarılamamış, ata yurdu bizim olmaktan çıkmış, bu topraklarda başka bayrak dalgalanır olmuştu. Ancak gönlü, "Bunların hiçbiri mazaret değil." diyordu. HHH Yusuf ve Filiz, büyük bir üzüntü içinde harabe halindeki Demir Baba Dergahı'ndan, İsmail Pehlivan'ın kardeşi ihtiyar amca ile helalleştikten, yılların acısını, yükünü, damar damar taşıyan ellerini öptükten sonra ayrılmışlardı. Şimdi Zargirad'a giden yolda bir pınarbaşında oturuyorlardı. Dönüş yolunda mola vermişlerdi. Peynir, soğan ve ekmekten ibaret öğle yemeklerini yedikten sonra atlarını kendi bildiklerine otlamağa salmışlar, herkes kendi havasındaydı. Filiz Nurullah, yemek sonrası uyumağa çalışıyor, Yusuf ise, bakıyordu. Hemen yanıbaşında atı Karaok vardı. Emanet sandığı hemen yanına koymuş bakıyor, bakıyor, ancak açmağa bir türlü cesaret edemiyordu. Karaok, ikide bir Yusuf'a başıyla dokunarak sanki onu cesaretlendirmek istiyordu. Yusuf, Karaok'u alnından öptü, "Ah be Karaok'um. Açıkçası korkuyorum. Açarsam, sandık elimde patlayacak gibime geliyor" dedi. Karaok, kişneyerek başıyla Yusuf'u itti. Yusuf, "Tamam, tamam, açıyorum, işte" diye Karaok'a cevap verdi. Önce mektubu okumanın, sandığı açmak için kendisini cesaretlendireceğini düşündü. Mektup da, ateş gibi dokunduğu yeri yakıyordu. Cebinde sanki, akkor hale gelmiş demir parçası vardı. Mektuba uzandı ve tuttu, sanki koru avuçlamış gibiydi. Demir Baba'yla konuştuğu gece gibi heyecanlıydı. > Devamı var