Başta güreşecek olması Ahmet'i heyecanlandırdı: -Tulçalı Hasan ile görüştünüz mü? Bakalım o ne diyecek? Ahmet'in kabul etmesi, ağaları sevindirdi. Murat ağa, söze girdi: -Merak etme. Biz Tulçalı ile konuştuk, itiraz etmedi. Öbürsü gün cuma namazı sonrası Sarayiçi'nde bize mevsimin son güleşini seyrettirirsiniz? Epeydir güleş seyretmedik. Bakarsın bu kış ölür gideriz. Güleşe hasretle gitmeyelim.Ha, ne dersin evladım? Edirne ağalarının bu sözleri karşısında Ahmet, boyun büktü: -Ne diyeyim ağalar...Siz he dedikten, her şeyi ayarladıktan sonra... bize peki demek düşer. *** Cuma namazı sonrası Sarayiçi panayır yerine dönmüştü. Başta vali olmak üzere Edirne'nin önde gelen idareci ve eşrafı güreşi seyretmek için gelmişlerdi. O gün tek güreş yapılacaktı. Kaderin garip bir cilvesi... 1877-78 Osmanlı Rus Harbi sonra Romanya'ya kalan Tulça şehrinden Hasan ile Bulgaristan'a kalan Razgrad şehrinden Ahmet, güreşeceklerdi. Her iki güreşçi de dün bizim olan, bugün elimizden çıkmış bulunan akıncılar diyarındandı. İkisi de göçün, muhacirliğin acısını yaşamışlardı. Aileleri, sevdikleri param parça olmuş, kimisi toprak altında, kimisi de sefaletin avucundaydı. Kimisinden de aradan geçen onaltı seneye rağmen haber alamamışlardı. Tulça, hem Tuna'ya hem de Sarı Saltuk'un kabrinin bulunduğu Babadağ'a yakındı. Tulçalı Hasan, Sarı Saltuk'un menkibeleriyle büyümüştü. Sarı Saltuk gibi, cihan pehlivanı olacağım diyerek güreşe merak salmıştı. Tulçalı Hasan, otuzbeş yaşlarındaydı. Koca Yusuf, Adalı Halil gibi zorlu pehlivanların bulunmadığı yerde başa güreşirdi. Ahmet, yağlanmak için kazan dibine geldiğinde, Tulçalı Hasan'ı yağlanıyor buldu. Tulçalı Hasan ile daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Ahmet, selam verdi, Tulçalı selamını aldı, kızgın kızgın konuştu: -Te be Ahmet, bakarım beni gözüne kestirmiş, "Tulçalı'ya Sarayiçi'ni dar getireceğim" dermişsin. -Haşa ustam, ben haddimi bilmeğe çalışırım. Sizin gibi senelerce başta güleşen biri için büle bir sözü nasıl sülerim. Bize, bırakın sizin gibi bir baş pelvanı, karınca dahi olsa rakibimizi küçük görmemeği öğrettiler. Edirne ağaları, benimle güleşmeyi kabul ettiğini sülediler, ben de bunun üzerine tamam dedim. -Ağalar, senin bana meydan okuduğunu sülediler. -Hasan pelvan, ustam sayılırsın. Durup dururken niçin sana meydan okuyayım. Hasan pehlivanın kızgınlığı hâlâ geçmemişti: -Bilemem, belki de gözüne kestirmişsin. Ahmet, baktı ki, Tulçalı bildiğini okuyor, daha fazla izah için gayret etmedi: -Sen nasıl düşünürsen öyle olsun be ustam. -Benim nasıl düşündüğümü meydanda göreceksin. -Peki üle olsun. Yağlanmak bittikten sonra cazgır, iki pehlivanı el bağlatıp kıbleye karşı durduttu. Kara Ahmet, tam karşılarında bütün ihtişamıyla Selimiye Camisi'ni görünce, baştan ayağı titredi. Selimiye'nin kendisine, "Gerçek pelvan, nefsini yenendir. Beni inşa edenlerin torunu olduğunu unutma" dediğini hissetti. > DEVAMI VAR