Selimiye'de bulmuştu

A -
A +

> DEVAMI VAR Selimiye Camii'sinin müezzinini dinleyen Kara Ahmet, Edirne'yi ilk gördüğünde vurulmuştu. Koca Mustafa Paşa yolundan Edirne'ye kavuşma sevdasında Edirne'ye doğru yol alırken, bir dönemeci aştığında olanlar olmuştu. Edirne, bir rüya, bir masal, bir efsane şehri gibi bütün güzelliğiyle doğu tarafında gözükmüş, Ahmet'in gözünden gönlüne akmıştı. Edirne'ye gördüğünde vurulmuştu Ahmet, hem de kara sevdayla. Onu ilk karşılayan Selmiye'nin muhteşem minareleri, kubbesi olmuştu, onlara Eski Camii, üç şerefeli ve diğer onlarca caminin minare ve kubbeleri eşlit etmişti. Ahmet, gördüklerin inanamamıştı. "Dünyada böyle bir şehir olabilir mi, sanki cennetten indirilmiş" diyerek vurulmuşluğu dile getirmişti. Ahmet, Razgıradlı gürüşeçilerle Kırkpınar'a gelmek için yola çıkmış, Kirazlı çiftliğinde kaçar gibi ayrıldıktan sonra, başaltında ilk ödülü olan doru tayı satmış, onu Kırkpınar yolculuğunda yol parası yapmıştı. 'Atın iyisi doru, yiğidin iyisi deli olur' atalar sözüne rağmen, arkadaş gibi bildiği, kendisi için bambaşka bir manaya sahip olan tayı satmak zorunda kalmıştı. Çünkü hedefine varmalıydı. İlk hedef ise Kırkpınar'dı. Edirne'ye gelir gelmez Ahmet'in ilk işi, Mimar Sinan'ın şaheseri Selimiye Camii'sine koşmak olmuştu. Ahmet, Selimiye Camii'sinin özelliklerini anlatan müezzini rüyada gibi dinliyordu. -Hiç düşündünüz mü, İstanbul gibi şehir varken Selimiye Camii'si gibi muhteşem bir eseri, Mimar Sinan niçin Edirne'ye inşa etmiş, Sultan İkinci Selim Han, bu eserin burada inşasını niçin emretmiş? -Düşündüm bre hocam, hem de çok düşündüm. Bütün gözler, Selimiye kubbesinin altından yankılanan sesin sahibine döndü. Burma bıyıklı, sert görünüşlü ama sevecen bakışlı 1.90 boylarındaki otuz yaşlarında gösteren heybetli bir kişi Selimiye minaresi gibi karşılarındaydı. Ahmet, meçhul kişiye kanının ısındığını hissetti. Duruşu, bakışı, konuşması, her şeyiyle "Ben bir başpehlivanım" diyordu. Cevap veren kişiyi gören müezzin efendinin yüzü aydınlandı: -Aliço'dan Kırkpınar emanetini devralanYusuf ağam... Hoş gelmiş sefalar getirmişsin. Hele süle bakalım. Selimiye niçin Edirne'de inşa edilmiş. Kara Ahmet, müezzinin Aliço'dan Kırkpınar emanetini devralan Yusuf ağam sözünü duyunca, tepeden tırnağa titrediğini hissetti. Yerden ararken gökte, Selimiye kubbesi altında bulmak diye buna derlerdi. Ahmet, Edirne'ye gelir gelmez Koca Yusuf'u sormuş, kimse nerede olduğu konusunda cevap verememişti. İşte, karşısındaydı... Rüyalarını dolduran, hocası Hikmet Dede ve ustası Deli Hafız'ın mutlaka tanışmasını istediklerini efsanevi pehlivan Koca Yusuf. Kara Ahmet, gönlünün, bir ağabey gibi Koca Yusuf'a aktığını hissetti. Koca Yusuf, gözlerini Selimiye Camii'sinin muhteşem kubbesine çevirdi, gökyüzünün kubbeleşmiş haline, kırk pencereden sonsuz güzelliklere yol açan Miman Sinan yadigarına baktı.Cevabı orada okuyor gibiydi: -Hocam, ilk gördüğümde aynı şeyi ben de kendi kendime çok sordum. Selimiye'yi görmezden önce İstanbul'u görmüştüm. Selimiye'yi daha ilk gördüğümde böyle bir şaheser niçin İstanbul'da değil de Edirne'de diye düşünmüş ve cevap bulamamıştım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.