Tuna'nın sevenlere işaret ettiğini işitmek, Ahmet'in bakışlarını, elinde olmadan Tuna suyuna yuva olan havuza, havuzun içindeki Tuna suyuna götürdü. İnanamadı, gözlerini uğuşturdu. Tekrar baktı, gördüğü Tuna suyunun içinde duruyordu, Güpe gündüz hayal görür hale düşmekten üzüldü. Demek ki artık aklı, beynine söz geçiremez olmuştu. Kuyunun dibindeki Tuna suyunda Benoit'in görüntüsü vardı, kaybolmadan orada duruyordu. O ne? Kaybolmadığı gibi hareketlendi. Ahmet'in suyun içindeki görüntüsüne yaklaştı. Ahmet, heyecanlandı. Onların da kavuşmaları Brege ve Brigach gibi Tuna'nın suyunda mı olacaktı. Görüntü yaklaştı, hemen hemen Ahmet'in görüntüsüyle el ele verecek hale geldi. Kulağına bir ses gelir gibi oldu, "Karamel" diye. Ahmet, iyice telaşlandı. Hayali görüntülerden sonra şimdi de hayali sesler duymağa başlamıştı. Karamel sesi yine geldi, sabah rüzgarı esintisinde, dağ menekşesi kokusunda. Ahmet'in aklı başından gider gibi oldu, deliriyor muydu yoksa. Olacağı buydu? Her anını bir Fransız dilberi doldurursa, duyduğu her ses ondan, duyduğu her görüntü o olacaktı tabii ki... Biri paltosunu çekiştirdi. Ahmet, hayali ses ve görüntüden kurtulmak için çekiştirmeyi fırsat bildi ve çekiştirene döndü. Dönmesiyle birlikte de şakağına, şah damarına Osmanlı tokadı yemiş gibi sarsıldı, gözleri karardı, düşmemek için korkuluk demirlerine tutundu. Karşısındaydı, Benoit'i, kızılelması, kaç defadır kavuştum derken kaybettiği... Ahmet, hep kavuştum derken ayrı düştüğü için kavuştum duygusuna düşmekten korktu, ayrılık ateşiyle tekrar yanmamak için gördüğünün rüya olmasını istedi. Ama gönlü onu dinlemedi, itaat etmedi, dudaklarından "Benoit" sözü döküldü. Benoit gülen gözlerle al yanakta güller açarak, gülümseyerek kendine bakıyordu, goncagül dudaklardan tekrar "Karamel" sözcükleri kanatlandı, bir kelebek hafifliğinde. Ahmet'in hayal mi, gerçek mi ayırt edemediği Benoit, karşısındaydı, her halinden Ahmet'in kollarına atılmamak için kendini zor tuttuğu belli oluyordu, konuşmağa devam etti hem de Türkçe: -Ben Türkçe öğrendi. Ben seni Münih'te sandı. Öğrendi, sen buraya geldi, ben de hemen geldi. Bu sabah. Seni burada buldu. Halil Hoca da geldi. Ahmet, bir biri ardına gelen kurşunlarla vuruldu. Gördüğünün hayal olup olmadığını anlamak için Benoit'in eline uzandı, tutmamak için kendini zor tuttu. Çevresine baktı. Mehmet kendisine gülümsüyordu hemen yanında da Berlin'de tanıştığı Halil Hoca vardı. Ahmet, Benoit'in karşısında nasıl davranacağını şaşırdı. Çareyi, Halil Hoca'ya dönmekte buldu, yerinden fırladı, iki kolundan tutup kuvvetlice sarıldı: -Bre Halil Hocam. Seni hangi rüzgar attı? Halil Hoca, gözlerinin içi gülerek konuştu: -Seni buraya atan rüzgar. Tuna rüzgarı, sevda rüzgarı bre Ahmet Pehlivan. Münih'te güreşin olduğunu duyunca, uzaktır, yakındır demedim. Hemen koştum. Ama yetişemedim. Hanım kızımızla tanıştım. Hedefimizin aynı olduğunu anlayınca yol arkadaşlığı yaptık. Yol boyu dertleştik, baba kız gibi olduk. Seni kaçırmamak için gece de yol aldık Onun yarım Türkçe'sinin tıkandığı yerde, benim yarım Almancam imdada yetişti. Neticede anlaştık. Kavuşmağa, hayaller, masallar ülkesine girmeğe işaret eden kuyu başında da size kavuştu. Öğretmen, gelişmeler karşısında şaşırmıştı. Devam edeyim mi gibilerden Mehmet'e baktı. > DEVAMI VAR