Kızgınlıkla "Hayır ağlamıyorum" diyen Ahmet, başını kaldırdı, Osman Paşa'yı görünce ayağa fırladı, hazırol vaziyetine geçerek selam verdi: -Emredin Paşam. Paşa Ahmet'in, hareketine güldü: -Hakikaten de ağlamıyormuşsun. Paşa olduğumu nereden bildin? Ahmet, aynı ciddiyetle cevap verdi: -Sırmalarınızdan efendim. Paşa, şaşırmış gibi yaptı: -Sırmalarımdan ha? Demek ki bu sırmaları kestirmem lazım. Herkes gitti, sen niçin buradasın, niye küstün? Ahmet, bebeklerinde nice güreş yapılan ceylan gözlerle masum masum baktı: -Göbeğim yıldız görmedi ama beni mağlup ilan ettiler. Paşa, Ahmet'in saçlarını okşadı: -Otur evladım. Nasıl oldu bu iş anlat hele? Ahmet, Paşaya güreş sonrası yaşadıklarını, nasıl mağlup ilan ettiklerini, kendisini nasıl savunduğunu anlattı. Osman Paşa'ya heyecanla derdini anlatmağa çalışırken kızgınlığı falan geçmişti. Osman Paşa, altı günlük yorgunluktan sonra, Ahmet'in anlattıklarına doyasıya güldü ve ona göbeğin yıldız görmesinin ne demek olduğunu izah etti. Fakat Ahmet, hâlâ tatmin olmamış, ama Paşaya itiraz edemiyordu, karşısında koca Osmanlı Paşası vardı. Osman Paşa, Ahmet'in ikna olmadığını farketmişti, Ahmet'in dikkatini başka şeye çekmeliydi, yoksa sabaha kadar küskün duracaktı: -Evladım, baban kim senin, eviniz de nerde? -Kara Ali. Evimiz burda değil, Razgırad'da. -Öyle mi? Burada ne yapıyorsunuz. -Hikmet Dede var, onda kalıyoruz, babamın romatizmalarının tedavisi için geldik. Osman Paşa, Kara Ahmet'i şaşırtan suali sordu: -Benim askerim olmak ister misin? Küçük Ahmet, duyduklarına inanamadı. Koca Paşa, kendisiyle dalga mı geçiyordu? Hemen doğrulup, hazır ol vaziyetine geçti: -İsterim Paşam. Ama bubama sülemem lazım. Paşa güldü: -Tabii ki babana söyleyeceğiz. Evlatlar, babalarının, büyüklerinin rızasını almadan bir şey yapmamalı. Akşam, seni babanla birlikte Hükümet Konağı'na bekliyorum. Oraya gelince şunu nöbetçiye verirsin. Seni bana ulaştırırlar. -Peki Paşam. -Hadi şimdi gecikmeden babanın yanına dön. "Emredersin Paşam" diyen Ahmet, Osman Paşa'nın elini öptü ve koşarak uzaklaştı. Ahmet, hem koşuyor hem de Osman Paşa'nın kendisine verdiğine bakıyordu. Bu, hilal şeklinde ve sarı lira büyüklüğünde, gül ağacından yapılmış madalyondu. Ahmet'in ayakları yere basmıyor, uçuyordu. Kendisine verilen nesnenin manasını çözemedi, ama bu Ahmet için hiç mühim değildi. Değil mi ki onu, Paşa vermişti, onun verdiği Ahmet için dünyalara bedeldi. Ne manaya geldiğini de Hikmet Dedeye sorardı. *** Herkes, hayretle Osman Paşa'nın yanında duranlara bakıyordu. Bunca Paşa dururken, Osman Paşa, yanına, bunları niçin almıştı? Osman Paşa'nın sağ yanında ak sakallı bir ihtiyar, sol yanındaysa küçük bir çocuk vardı. Osman Paşa, Hükümet Konağı'nın Meclis Salonunda toplanan kalabalığa baktı. Bir tarafta yüksek rütbeli zabitler, diğer tarafta da Plevne kasabasının ileri gelenleri vardı. Bu gece çok önemliydi. İçindeki bulundukları şartları, derdini ve maksadını bu insanlara iyi anlatabilmeliydi. Sivili, askeri, suyu, toprağı ve havasıyla Plevne'de bir vücut gibi hareket edebilmeli, tek vücut olabilmeliydiler. ¥ Devamı var