Osman Paşa'nın ordusunda görevli Tabip Binbaşının 18 Temmuz 1877 tarihli yazdıkları şu satırlarla bitiyordu: "Bütün dünyada Plevne adının söylenmesi, vatan savunmasının ne demek olduğunu hatırlatacak ve her duyanın tüylerini ürpertecek. Bunu neye dayanarak mı yazıyorum. Çünkü ben, Osman Paşa'yı tanıdım, çünkü ben biraz olsun Türk askeriyle birlikte savaşa katıldım. Elini kolunu sallaya sallaya Plevne'ye gelen Çar'ın ordusu öyle bir çetin kayaya toslayacak ki ne olduğunu anlayamayacaklar. Çar ve ordusu, eğer, Osman Paşa, Plevne'ye yerleşmeden vuramazlarsa, bundan sonra onu Plevne'den atmak için akla gelmez fedakarlıklara katlanacaklar, onbinlerce ölü verecekler ama yine de başaramayacaklar, yeter ki Osman Paşa, cephanesiz, ilaçsız ve yiyeceksiz kalmasın. Sırp cephesinde... onun komutası altında savaşan bir askerin, yüz düşman askerine bedel olduğunu gördüm.Yalnız askerler mi? İnanmayacaksınız ama, dağın, taşın, ırmağın, rüzgarın da Osman Paşa'ya yardım ettiğini gördüm. Nasıl mı? Kaleme sığmaz, anlatmak mümkün değil ama, buna şahit oldum. Osman Paşa, her zaman, Allaha itaat edene herşey itaat eder, diyor. İslamiyetin emirlerine çok titizlikle sarılıyor. Onu, suyla, toprakla konuşurken, halleşirken gördüm. Toprağın, suyun dilinden anlıyor. İnanmak zor ama, ben bunu gördüm. Paşa, "İnsan ve cin hariç, bütün yaratıklar, Allahü tealaya bir an olsun isyan etmez. Yaradılış gayesine yüzde yüz itaat içindedir. İnsan, gerçek insan, evliya olduktan, Yüce Mevlaya isyanı bıraktıktan, ona itaat ettikten sonra, diğer bütün yaratıklarla aynı dili, yaradılış dilini konuşmağa başlar. Toprak, su ve havanın dilinden anlar, bunlar, Allah'a itaat edene itaat eder." diyordu. Dediklerinin gerçek olduğunu farkettim. Osmanlı askeri, düşmana saldırırken, altlarındaki toprak da hareket ediyor, mesafeleri kısaltıyor, düşman siperleri onlara kolaylaşıyordu." 18 Temmuz akşamı Plevne'ye ulaşan tabip binbaşı Charles Ryan, hatıra defterine bunları yazıyordu. Ryan, Avustralya'nın Melbourne şehrindendi. Osmanlı Ordusu'nda tabip binbaşı olarak Osman Paşa'nın emrinde görev yapıyordu. Osman Paşa'yı bir baba, bir öğretmen gibi seviyor, ondan hergün yeni birşeyler öğreniyordu. Binbaşı Ryan, defterini önüne almış, gemici feneri ışığında dalıp gitmişti. Gece yarısını geçmişti. Gönlü, Plevne, Osman Paşa, memleketi Melbourne, buradaki sevdikleri arasında gidip geliyordu. Duyduğu sesle irkildi. Bu bir top sesiydi. Bu sırada, emireri içeri girerek, birşeyler söyledi. Ryan, başını salladı emireri çıktı ve onun çıkmasıyla iki kişi içeri girdi. Ryan, içeri gireni görünce şaşırdı: -Çerkes Müsellim efendi. Hayır olsun gecenin bu vakti? Ryan, Türkçe'yi gayet düzgün konuşuyor, hayır olsun gibi Türkçe tabirleri çok rahat kullanıyordu. İçeri Osman Paşa'nın hususi haberleşmesine bakan ulakların başında bulunan Çerkes Müsellim ile birlikte Kara Ahmet, girmişti. Çerkes Müsellim, Kafkasya göçmeniydi. Şeyh Şamil ile Ruslara karşı savaşmış, Şeyh Şamil teslim olunca Osmanlı'ya sığınmıştı. Beş senedir de Osman Paşanın gözü kulağı olmuştu. Çerkes, Müsellim, binbaşı Ryan'a gülümsedi: -Efendim. Bu benim yeni yardımcım. Pehlivan Ahmet. Ryan duyduğuna inanamadı, yanlış mı anlamıştı acaba?