Filiz, kızgınlıkla, yerdeki ayran dolu kazanı aldı ve masanın üzerine yerleştirdi. Yusuf ve arkadaşları gülerek Filiz Nurullah'a bakıyorlardı. Filiz hemen çevresine baktı. Üçer litrelik su kaplarını gördü. Sularını döktü, kazana daldırıp ayranla doldurduktan sonra kapları pehlivanlara verdi. Ayran kabını alan pehlivan "Hay bre Filiz ağam, aklınla bin yaşa, Allah senden razı olsun" diyerek kabı ağzına dikiyor, bir nefeste içtikten sonra kuzuyu, kuzu kuzu yemeğe devam ediyordu. Onbeş dakika içinde pehlivanlar birer kuzuyu bitirmişler, ayran kazanının dibi gözükmüştü. Fransız zengin, dilini yutmuş, konuşamıyor, gördüklerine inanamıyordu. Kuzular bittikten sonra pilav geldi, pilavla beraber de bir kazan dolusu hoşaf. Az zamanda pilav bitti, pilavla birlikte hoşaf da... Filiz Nurullah bağırıyordu, "Hani üzümler nerede kaldı?" diye. Garsonlar koşturdular, tabaklar içinde üzüm getirdiler. Filiz Nurullah, tabaklar içinde getirilen üzümlere baktı, garsona, "A be kızanlar siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz bre" diyerek, garsonların birini bir koluyla, diğerini de diğer koluyla kaldırarak havada hafifçe kafa kafaya vurdu. Baktı, garsonların birisinin paçasından su akıyor, "Te be gavurcuk epten de ödlemişsin bre" deyip gülerek yere bıraktı. Bırakmasıyla birlikte iki garson yere yığıldılar, bir müddet kıpırdayamadılar ve kalkmalarıyla birlikte koşarak uzaklaştılar. Filiz, hemen mutfağa gitti. Herkes, merakla ne yapacağını bekliyordu. Biraz sonra, kucağında kocaman bir üzüm küfesiyle döndü. Masanın üzerinden dibi gözükmüş hoşaf kazanını indirdi, yerine küfeyi yerleştirdi. "Ya Allah bismillah, siftah benden, bereketi yüce Allah'tan ve devamı sizden" diyerek, üzüm küfesinden büyük bir salkım üzüm aldı. Fransız zenginin hayret dolu bakışları arasın koca salkımı ağzına yerleştirdi. Şöyle bir çekti. Ağzından çıka çıka küçücük bir çöp çıkmış, baş ve işaret parmağının arasında minnacık bir çöp kalmıştı. Diğer pehlivanlar da Filiz Nurullah'a uyunca beş dakika içinde küfenin üçte ikisi boşaldı. Bu sırada bir gök gürültüsü duyuldu, herkes gürültüye baktı, Filiz gülümsüyordu: -Merak etmeyin ağalar, yediklerim midemde yer bulma kavgası yapıyorlar da... Bu sözleri duyan Yusuf, hemen ayağa kalktı, "Durun", dedi. Durdular. Başta Filiz'e sordu: - Filiz vaziyet nasıl, tehlike sınırına geldin mi? Filiz güldü: - Yok be ağam, daha tehlike sınırına çok var. Yusuf kızdı: - Filiz, beni oyalama. Doymaya yaklaştın mı? Filiz, boynunu büktü: - Yaklaştım ağam. - O zaman yemeyi kes, tamam mı? Filiz, en sevdiği kimseyi kaybetmiş gibi acılı bir sesle cevap verdi: - Peki ağam. Yusuf, bütün pehlivanlardan aynı cevabı alınca, "Arkadaşlar", dedi, "Ziyafet burada bitmiştir." Sonra, şaşkınlıktan küçük dilini yutan Fransız zenginine döndü: - Çorbacı. Çok çok teşekkür ederiz. Bize memleket günlerini hatırlattın. Çok hoş bir ziyafet oldu. Hepimiz doymaya yaklaştık. Yusuf'un sözlerini Fransız menajer, tüccara anlatınca, tüccar olduğu yere yığılıp kaldı, bayılmıştı. Üzerine bir kova su döktüler. Tüccar, "Ne, daha doymamışlar ha, ne, daha doymamışlar ha..." diye söylenerek ayıldı. Bir müddet, pehlivanlarımızın hayret dolu bakışları içinde dolaştıktan sonra Yusuf'un yanına geldi. Bu sırada Filiz, Yusuf'a, "Ağam, keşke bu kadar yemeseydik. Frengi iflâs ettirdek galiba. Baksana adam aklını kaçırdı" diyordu.