Hikmet Dede, Ahmet'in dikkatini Tuna üzerine çekerek, "Şiirlerde de anlatıldığı gibi, Türk oğlu, Tuna'yı kendinden bir parça, insan gibi bir varlık görmüş, onu Müslüman ve İslâmın Avrupa'daki bekçisi, kal'ası kabul etmiştir. Bu Hikmet Dede'n de aynı şekilde düşünmekte. İşte bunun için seni bugün buraya, Tuna ile konuşmağa getirdim" dedi ve Ahmet'i kolundan tuttu: -Evladım. Şimdi... Tuna'ya kulağını ver, onu sesle... Bakalım ne dediğini duyabilecek misin? Ahmet, şaşırdı: -Hikmet Dede'm, Tuna Nehri konuşur mu? Hikmet Dede, ciddileşti: -Evladım, konuşan yalnız Tuna mı? Kainattaki bütün varlıklar, konuşur, kendi lisanlarınca, ama duyabilecek kulak lazım. Sen hele Hikmet Dede'ni dinle de kulak ver, Tuna'nın sesine, bakalım ne diyor. Ahmet, 'Peki Dede'm' diyerek, Tuna'nın sesine kulak verdi, duyabilmek ümidiyle. Ahmet, dinlemiş, ama bir şey duyamamıştı: -Dede'm, bir şey duyamadım. Hikmet Dede, Ahmet'i kolundan tuttu: -Eğil bre oğul. Kulağını toprağa daya. Tuna'nın sesini ancak topraktan duyabilirsin. Ahmet, kulağını yere dayadı, gönlüyle kulağını birleştirdi ve her hücresi kulak olarak dinledi. Israrla dinledi ve duydu... Dikkatle biraz dinledi, yanılmamıştı, duyuyordu, doğruldu: -Duydum, Dede'm. 'Akmam' diyor. Hikmet Dede, sevindi, Ahmet'in Tuna'nın sesini duymasını, gönül temizliğine işaret etti: -Doğru duymuşsun Ahmet'im. Peki hatırla. Gazi Osman Paşa'mız ne diyordu, akşamları yorgunluk kahvesi içerken Plevne'yi terk edip etmeme konusunda. -'Plevne'yi terk etmek yok, Plevne'nin düşmesi, Osmanlı'nın düşmesidir', diyordu. Ahmet'in Osman Paşa'nın sözlerini hatırlaması, Hikmet Dede'yi memnun etti: -Tuna'nın ve Osman Paşa'nın söyledikleri... Bütün Türk-İslâm diyarının gönlündekinin dile gelmesi olacak. Şimdi benim söylediğim türküyü, aklında iyi tutacak, Kırk Kanat ekibindeki arkadaşlarına öğreteceksin. Sonra arkadaşlarınla birlikte bu türküyü, Plevne ahalisi içinde sabahtan akşama durmadan söyleyeceksin. -Peki Dede'm. Ve Hikmet Dede, o ihtiyar yaşından ve küçümencik bedeninden, sakin yaradılışından beklenmeyen bir sesle söyledi: Tuna Nehri akmam diyor, Etrafımı yıkmam diyor, Şanı büyük Osman Paşa, Plevne'den çıkmam diyor. Ahmet, görmediği nice bin sesin Hikmet Dede'ye eşlik yaptığını, hatta Tuna'nın da Hikmet Dede'yle birlikte dile geldiğini hissetti. Hem kulağı hem de gönlüyle duydu. Ertesi gün, Kara Ahmet, arkadaşlarıyla birlikte, bütün gün bu türküyü, Plevne içinde ve askerlerin arasında söylediler. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Sanki bütün sivil ve askerler, bu türküyü bekliyorlarmış. Tuna Nehri Türküsü yediden yetmişe herkesin dilinden düşmüyordu. İşin en inanılmazı da, akıl ermeyen bir hızla Tuna Nehri Türküsü, Balkanları aşmış, Edirne'ye oradan da İstanbul'da, İstanbul'dan bütün Türk-İslâm diyarlarına yayılmış, zafere susayanların, mazlumların, zulüm altında inleyenlerin haline tercüman olmuştu. Yeni bir türkü doğmuştu... Bütün Osmanlı topraklarında, Türk-İslâm diyarında, dilden dile, gönülden gönüle söylenen. > DEVAMI VAR