Kara Ahmet, anlatmağa devam etti: "Türkoğlu, Tuna'yı terk etmek zorunda kaldıktan sonra, Tuna'nın, Tuna boyundaki güzellerin, güllerin, bülbüllerin, selvilerin Türkoğlunun hasretiyle ağladığına inanır. Tuna boylarında sıra selviler Tanyeli estikçe sessiz ağlarmış Gül bahçelerinde baykuşlar öter Şu viranelikler eski bağlarmış. Söğüt dallarında hasta serçeler, Eski akın destanını heceler, Tuna ağlıyormuş bazı geceler, Göğsünde kefensiz şehitler varmış. Milletimizin bağrından kopan bu mısralar bu inanışı, bu bilişi haykırır. Gelelim Tuna efsanesine. "Bizim efsanemize göre, bundan yediyüz yıl kadar önce Tuna, garipti, kimsesiz, sahipsizdi. Kıyılarında vahşi insanlar yaşıyordu, semasında güneş yoktu, yıldızları fersiz, mehtabı sönüktü. Kuşları nağmesiz, çiçekleri solgundu, bu donmuş hava içinde Tuna, donmuş su idi. Tuna, donmuş halinden şikayetçiydi. Buzu eritecek ateşi bekliyordu. Ve Tuna'nın hasreti sona erdi, geceleri gündüz oldu. Tuna'yı tutan toprak sarsıldı. Havada bir toz ve duman bulutu yükseldi. Bulutların içinden yüzleri güneş gibi parlayan atlılar çıktı. İsimleri namertlere, zalimlere korku, mazlumlara güven veren bu atlılar Türk'tü. Güneşi, atlarının kuyruğuna bağlamışlar, kendilerine yurt, şenlendirecekleri diyar arıyorlardı. İşte Tuna'ya güneş onlarla doğdu. Küskün Tuna, şenlendi. Ovalar, yeşerdi. İnsanlar, adil olanlara itaat etti. Türk, karşı gelenlerle savaştı, kanıyla Tuna suyu karıştı. Topraklar al renge boyandı. Tuna'nın bedelini al kanıyla ödedi. Donmuş su Donaue ısındı, Tuna, Türklerin kara sevdalısı, kıymet bilmezlerin elinden kurtardığı kınalı gelini oldu. Gün geldi, Tuna elimizden çıktı, Tuna yine elin oldu. Biz, Tuna'nın ayrılığıyla ağladık, hâlâ onu kaybetmenin, ele teslim etmenin utancıyla kahroluyoruz. Ama Tuna'nın da bizim arkamızdan ağladığına inanıyoruz." Ahmet, Tuna ile ayrılığı anlatan sözlere geldiğinde Plevne'yi, Tuna boyunda yıkılmış Niğbolu, Rusçuk ve Silistre'yi, 93 Harbi'nde katledilmiş yüzbinleri, namusu kirletilen bacıları hatırladı, bütün çabasına rağmen, gözyaşlarına mani olamadı. Kocaman elleriyle, beceriksizce gözyaşlarını silmeğe çalıştı. Bu hareketi, yiğit yüzden akan göz yaşları, Benoit'in gözünden kaçmadı, gönlüne ılık ılık bir şeyler aktı, onun da gözüne yaş yürüdü. Kendini Ahmet'in anlattığı Tuna, kınalı gelin, sevdiceğini de güneşi arkasından sürükleyen akıncı beyi olarak gördü. Ahmet, sözlerini bitirdi, ama kendi de bitti. Konuşma, kızılelması huzurunda olunca, tam manasıyla erimiş, martın soğuğunda terlemişti. Ahmet, sözlerini bitirmesiyle birlikte Fransızca hocası alkış tuttu: -Bravoo. Tuna'nın efsane ve tarihle iç içe bu kadar güzel anlatıldığına şahit olmamıştım. Tuna boşuna Türk'ü kendine yar seçmemiş. Benoit, Fransızca hocasının sözlerinden sonra daha fazla kendini tutamadı, yerinden fırladı, Türkçe "Teşekkürler Ahmet" diyerek ellerini tuttu. Zaten erimiş olan Ahmet, toprakla bir oldu, buhar oldu havaya karıştı. Ahmet'in çok zor durumda kaldığını gören Mehmet devreye girdi, "Haydi davranın bakalım yemeğe gidelim." diyerek dikkatleri yemeğe çekti. Yemekten sonra kır kahvesinin gözlerden uzak kuytu bir köşesine çekildiler, Mehmet, Ahmet ile Benoit'in arasına oturdu, Halil Hoca da karşılarına. ¥ DEVAMI VAR