Tuna'yı unutmayın

A -
A +

İbrahim Pehlivan'ın konağının arka tarafı ana baba günüydü. Ön tarafta çatışma bütün şiddetiyle devam ederken, buradakiler, yüzlerce yıllık şehidler, akıncılar yadigarı aile ocaklarını terketmenin şaşkınlığında, sonsuz üzüntüsündeydiler. Evin küçük kızı Şeyma'yı, kedisi samurdan bir türlü ayıramıyorlardı, ağlıyarak, "Samuru bırakmam" diyor, başka bir şey demiyordu. Çaresiz, onu da almasına rıza gösterdiler. İbrahim Pehlivan, yaşlı gözlerle konağa bakıyordu, yaşadıklarına inanamıyordu. Nice bin hatıralarla dolu bu toprakları, bu konağı, bu diyarları böyle mi bırakacaktı, kaçar gibi mi gidecekti. Konağına, ocağına, akıncı dedelerinin yadigarı bu eve, Bulgar ve Ruslar, onun cesedini çiğnemeden mi gireceklerdi. Kader böyleymiş diye düşünerek teselli bulmağa çalışıyordu? Acaba, hadiseler bu şekilde gerçekleşirken, onun kusuru var mıydı? Varsa, tövbeden, aynı hataya düşmemek için gayret etmekten başka elden ne gelirdi? İsmail Hoca, yaşlı gözlerle konağa, geride bıraktıklarına bakan İbrahim Pehlivan'ın omuzuna dokundu: -İbram Pelvan! Bilirim buraları terketmek istemez, şehit olmak için can atarsın. Bugün, şehit olamıyorsun ama, inşallah senin soyundan gelecekler, senin binlerce şehit sevabına kavuşmana vesile olurlar.. İbrahim Pelvan, konuşacak halde değildi ancak mırıldandı: -İnşallah hocam, inşallah. Bu arada, konağın ön tarafında silah ve bağırışma sesleri artarak devam ediyor, daha da yakınlaşıyordu. İsmail Hoca, ufak bir şişeyi İbrahim Pehlivan'a verdi: -İbram Pelvan! Bu, bizim derya dediğimiz Tuna'nın suyudur. Bu suyu, evladına, onnar da evlatlarına teslim itsin, muhafaza itsinlee. Nesilden nesile mukaddes emanet olarak geçsin. Tuna boyundan, Urumeli'nden geldiklerini, buraları niçin terketmek zorunda kaldığımızı sakın ola unutmasınna, aynı hataya hiç olmazsa onnar düşmesinler. Sen de, senin soyundan gelcekler de sakın Tuna'yı, onun, hatırlattıklarını unutmayın. Beşir, bağırdı: -Buba konak yanıyor. Hakikaten de konak tutuşmuştu, gecenin karanlığında alev alev yanmağa başlamıştı. Çocuklarının ve ailesinin, korkuyla yanan konağa baktığını gören İbrahim Pehlivan, konakla beraber ciğerlerinin de yandığını, nefes alamaz hale geldiğini hissetti. Vaktin daraldığını gören İsmail Hoca, duruma müdahale etti, İbrahim Pehlivan'ın boynuna sarıldı: -Adi İbram Pelvan. Ben hakkımı helal ittim. Siz de idin. Emen davranın, durcak zaman değil. İbrahim Pehlivan, çaresizdi: -Helal ittim. Hocam. Siz ne yapcaksınız, bunnar kudurmuş. İsmail Hoca, gülümsedi: -Sen beni düşünme. Adi davranın. Alev alev yanmağa başlayan konağına bakan İbrahim Pehlivan, ailesini atlara yerleştirdi, İsmail Hoca'ya "Allah'a ısmarladık" diyerek yola koyuldu, arkasında yüzbinlerce hatırasını, ecdad yadigarı güzel vatanı, kuşları, çiçekleri, tavukları, koyunları, en önemlisi, mezarları, çeşmeleri, meyvelerin en güzelini veren ağaçları, yediveren dutunu, çiçek açtığında mis gibi kokan iğdeyi kudurmuş düşmana bırakarak yola düştü, onlarca yılda filizlenmesi beklenen nice umutlara doğru. Sürdü atını, 26 Haziran'ı 27 Haziran'a bağlayan 1877'nin gecesinde, karanlığın içine, karanlıktan sonra gelecek gündüzün ümidinde, yanında hâlâ ne olduğunu anlamayan ailesiyle birlikte. Gidenlerin arkasından gözü yaşlı bakan İsmail Hoca, emrini bekleyen Yusuf'a seslendi: -Yusuf, evladım. Adi sen de yola çık. Canın pahasına da olsa, İbram Pelvan'ı ve özellikle de oğlu Beşîr'i mutlaka, İstanbul'a ulaştır. Senden tek istediim... Allah!!! İsmail Hoca, Allah nidasıyla yere yığılmıştı. Yusuf, "Hocam" diyerek hemen üstüne kapandı. Devamı yarın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.