Gemiyle İstanbul'a dönen Ahmet, bir sabah vakti Çanakkale boğazını geçip, yönlerini İstanbul'a döndüklerinde, gözlerini kapadı. Bir saat hiç açmadı. Gözlerini hafifçe araladı. Sultan Ahmet Camii, bütün ihtişamıyla karşısındaydı. Ahmet, yıllar önce, Plevne Savaşı'nda şehit olan anne-babasına, kayıp olan Leyla ablasına kavuşmuş gibi sevindi, şükür secdesine kapandı. İstanbul'a döndükten sonra, bir taraftan yağlı güreşlere devam ederken, diğer taraftan da Beyoğlu Jimnastik Salonu'nda Ali Raif ile çalışmasına devam etti. Ahmet, çalışmalarında, şakalarıyla ortalığı kırıp geçiriyor, ama aklına kayıp kardeşi Leyla geldikçe bütün neşesi gidiyordu. Ahmet'in neşesini kaçıran bir şey daha vardı. Elmayı paylaşacağı kıza Frenk diyarında da rastlayamamıştı. Otelde ağlayarak bıraktığı, daha sonra görüşme taleplerini kabul etmediği Benoit aklından çıkmıyordu. Benoit, Pierri'yi göndererek kendisiyle konuşmak istemişti, ama Ahmet kabul etmemişti. Pierri'den gerçeği öğrenmediği için kendi kendine kızıyordu. Benoit, kırkıncı kızdı. Ondan çok ümitlenmişti, fakat Benoit'e kızdığı için elmanın onun yanında ışıyıp ışımadığını kontrol etmemişti. "Ya Benoit aradığım kızsa" düşüncesi Ahmet'in uykularını kaçırıyordu. Hikmet dede, elmayı paylaşacağı kızın, aramakla değil, güreş vesilesiyle karşısına çıkacağını söylemişti. Benoit de, güreş için koştururken karşısına çıkmış, şemsiyeyi kafasında paralamıştı. "Evleneceğim kız, yabancı erkekle nikahsız beraberliği nasıl düşünür" muhakemesini yapan Ahmet, Benoit'i aklından çıkarmağa çalışıyordu... ama Benoit'in o anki tepkisini düşündükçe Pierri'nin yalan söylediğine inancı kuvvetleniyor ve Benoit, daha kuvvetle aklında yer ediyordu. Ahmet, Hikmet dedenin elmayı paylaşacağı güzelle ilgili "Bu güzel; güreş peşinde koşarken karşına çıkacak. Bu sebepten, Osmanlı mülkü içinde veya dışında, hatta Frenk diyarlarında bile olsa hiçbir güleşi kaçırmamağa çalış." sözleri üzerine hiçbir güreşi kaçırmamağa çalışıyor, elma yanında olduğu halde o güreşten bu güreşe koşturup duruyordu. Önce bu güzeli bulaşacak, sonra da güreşle Frenk diyarını fethedecekti. Ahmet, aradan geçen bunca yıla rağmen, Hikmet dedenin, "Güreşle, Frenk pelvanlarını yenmekle, Frenk diyarını fethedeceksin" sözündeki esrarı anlamamıştı. Ama buna zamanı gelince anlaşılır diye fazla kafa yormuyordu. Onun öncelikli işi, elmayı paylaşacağı güzeli bulmaktı. 16 Temmuz 1896 Perşembe günü, Dramalı meşhur güreşçi Süleyman Pehlivan ile güreşti, kimin yendiği belli olmadı. 5 Eylül 1896'da İstanbul Kartal Köyünde yapılan düğün güreşinde, Adalı Halil, Kara Ahmet ve Kurtdereli Mehmet pehlivanlar hazır oldular. Kara Ahmet, belinin ağrıdığını söyleyerek güreşmedi. Kara Ahmet, hakikaten de grekoromen güreşi çalışırken belini ağrıtmıştı. Güreşseverler, "Madem ki belin ağrıyordu, niçin buraya geldin? Rakiplerin zayıf olsaydı güreşecektin değil mi? Adalı Halil ve Kurtdereli Mehmet'i burada görünce güreşmeğe cesaret edemedin." şeklinde sözler sarfettiler. > DEVAMI VAR